46. Bölüm

1K 97 29
                                    

Bu bölümü yazarken o kadar zorlandım ki...İnanmayacaksınız ama bir cümle yazana kadar bir saat uğraşmışımdır. Sanırım bu aralar ilham perilerim grevde :D Umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar...💜

********************

Bakışlarım, önümde belli bir uzaklığa yerleştirilmiş ve her an devrilecekmiş gibi görünen mumdaydı. Avuç içlerimi masanın cilalı yüzeyine bastırmış, tüm dikkatimi beyaz çubuğa yöneltmiştim.

Daha doğrusu, yöneltmeye çalışıyordum. Dakika başı yeni bir uyarı yapan annem ve yanıbaşımda gürültüyle elma yiyen Veronica olmasaydı bu, çok daha kolay olabilirdi. Arada bir onlara ters bakışlar atsam da umursadıklarını sanmıyordum.

Bu sırada, Nick ve tanımadığım biri kırılan salon camlarını yenilerken Alex tekli koltuklardan birine oturmuş, ne hakkında olduğunu bilmediğim bir dergi okuyordu. Her zamanki gibi, kendisine bir bardak viski doldurmuştu.

Sıkıntıyla nefes verip arkama yaslandım. "Olmuyor, boşuna uğraşıyoruz." Veronica ağzındakileri hızlıca çiğneyip "Çabuk pes ediyorsun." diye mırıldandığında gözlerimi devirdim.

Aynı babadan olmasalar da Veronica, Alex'in kadın versiyonu gibiydi. Fazla ukalaydı, zeytinyağı gibi üste çıkmayı mutlaka başarıyordu. Onunla yalnızca birkaç gün geçirmiş olmama rağmen nasıl biri olduğunu çözmüştüm.

"Tamam, biraz ara verelim." Annem nihayet rahatsızlığımı fark etmişti. Veronica'nın koluna girip onu başka bir yere sürüklediğinde derin bir nefes aldım. Bu sırada Nick ve diğerleri işlerini bitirmiş ve salondan çıkmışlardı.

Yerimde hafifçe kıpırdanarak az önceki pozisyonumu aldım. Fakat ne kadar odaklanırsam odaklanayım, tek bir mumu bile yakmayı başaramıyordum. Belki de annem, güçlerimi kullanmaya başlayabileceğim konusunda yanılmıştı.

Gözlerimi kısıp muma bakmaya devam ettim. Ancak zihnim, geçen gün bulduğum mektuptaydı. O günden beri, Alex'e karşı soğuk davranıyordum ve o da bunun farkındaydı. Ama yine de, hiçbir şey sormuyordu.

Bakışlarımı tutuşturmaya çalıştığım fitilden ayırmadan "Cassiopeia kim?" diye sordum. Aslında bu, cevabını bildiğim bir soruydu. Yine de, Alex'ten duymak istiyordum. Aşk mektubu yazdığı birini unutmuş olamazdı herhalde.

Alex'ten herhangi bir cevap gelmeyince bakışlarımı ona çevirdim. Dergiyi okumayı bırakmış, yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Yüzünde, tuhaf bir ifade vardı. Ancak bunun, buz gibi ses tonumdan kaynaklanmadığını biliyordum.

"Sana bir soru sordum." diye yineledim. Annemle yaptığı iş birliğini öğrendiğimden beri geçmişle ilgili konuşmayı bırakmıştım. Fakat şimdi, tam zamanıydı. Bu kızın onun için ne ifade ettiğini bilmem gerekiyordu.

"Eski bir tanıdık." Soruma cevap verirken gergin görünüyordu. Alay eder gibi gülümsedim. "Eski sevgilim demek istedin sanırım." Alex elindeki dergiyi kapatıp sehpanın üzerine fırlattı. "Bu sorgu nereden çıktı şimdi?"

Sorduğu soruyu umursamadan "Onu hala seviyor musun?" diye sordum. Sesim oldukça cılız çıkmıştı. Alex hafifçe kaşlarını çattığında "Onu daima seveceğini yazmışsın." diye ekledim. Mektuptan bahsettiğimi az önce anlamadıysa da şimdi anlamış olmalıydı.

Ayağa kalkarken "Sorumun cevabını almış oldum." diye mırıldandı. Salondan çıkmak üzere olduğu sırada "Henüz konuşmamız bitmedi." diyerek durmasını sağladım. Yeniden bana doğru döndüğünde "Bu bir konuşma değil." dedi. "Sorgu."

"Adına ne dediğin umrumda değil." diye çıkıştım. "Sorularımın cevaplarını almadıkça bu konuşma bitmeyecek." Ona karşı ilk kez bu kadar serttim. Belki de başından beri böyle olmalıydım.

İçgüdüWhere stories live. Discover now