14. Bölüm

1.5K 127 6
                                    

Bölüm şarkısı: Eurielle- Carry Me

Güneş doğduğunda kaybolan tek şey karanlık değildir. Karanlık beraberinde yıldızları da götürür. Herkes aydınlığa kavuşmak ister fakat kimse bunun için ödeyeceği bedellerden bahsetmez. Oysa her şeyin bedeli olduğu gibi aydınlığın da bir bedeli vardır ve bu bedeli de yıldızlar öder.

İçinde bulunduğum şu anki durum artık beni ürkütmüyordu. İlginç bir şekilde kaderimi kabullenmiştim. Dünyaya geliş amacım Alex'in adımlarına ayak uydurmakmış gibi tüm ciddiyetimle yürümeye devam ediyordum. Gittiğimiz yeri bilmiyordum,tahmin yürütmek ise boşunaydı.

Dünyadaki ve yaklaşık beş yüz elli yıllık hayatımın son dakikalarını işlediğim günahları düşünmek ve Tanrı'ya yalvararak geçirmek çok daha mantıklı geliyordu. Fakat hayatım boyunca bir kez bile af dilememişken şimdi bunu yapmak nankörce olurdu.

Alex adımlarını hızlandırınca nöronlarım beynimi harekete geçirdi ve kendimi ona uydurmak zorundaymış gibi adımlarımı hızlandırdım. Nerede olduğumuzu bilmiyordum, etrafta arada bir görünen birkaç ağaç dışında pek bir şey yoktu. Bu gece rüzgar yoktu bu yüzden etrafta duyduğum tek şey böceklerin vızıltılarıydı.

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda milyonlarca yıldızın bana göz kırptığını gördüm. Birazdan olacakları biliyormuş gibi, aceleyle yanıp sönüyorlardı. Fakat birden yıldızlar ters döndü ve kendimi çimenlerin üzerinde buldum.

Bileğimde oluşan anlık sızıdan bir taşa çarptığımı anlamıştım. Alex'in beni tutan elini hissetmiyordum, ben düşerken bırakmış olmalıydı. Başımı kaldırıp ona doğru baktım. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Gözleri ay ışığından dolayı birer yıldız gibi parlıyordu ve gariptir ki Alex'in yüzünde beklemediğim bir sakinlik vardı. Hemen sonra hızla yanıma geldi ve kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı. Bacaklarım kalkmayı reddediyordu, Alex'in beni tutan eli olmasa yeniden çimenlerle buluşmam saniyeler alırdı.

Alex'in yüzünün yarısı ay ışığıyla aydınlanıyordu. Ona ilk defa bu kadar yakından bakıyordum ve bir ayrıntıyı atlamaktan korkar gibi inceliyordum. Kirpiklerinin düzenli aralıklarla buluşması, nefes alıp verdiğinde çıkan ses ve çenesinde seğiren kaslar...Bu gece belki de ilk kez gözüme o kadar çekici gelmişti ki yüzüne bakmayı bırakmayı unutmuştum. Belki de bu çekicilik üzerindeki ölümcül havadan geliyordu. Kim yakışıklı bir katil tarafından öldürülmeye karşı koyabilirdi ki ?

Kendimi, başımı Alex'in göğsüne yaslamış şekilde yürürken buldum. Normalde yaptığım şeyden iğrenirdim fakat bu gece öyle hissetmiyordum. Belki de bir düşman tarafından değil de bir dost tarafından öldürülmeyi kendime yakıştırdığım içindi. Nedenini ben de bilmiyordum.

Alex kısa bir an duraksasada bir şey söylemedi. "O şeye gerçekten ihtiyacım vardı." diye mırıldandım. Gözümden yuvarlanan bir damla yaş kazağındaki ipliklerin üzerinde asılı kalmıştı. Alex birkaç adım daha attıktan sonra durdu ve beni kendinden uzaklaştırarak karşıma geçti. "Neden?"

Bu soruyu buz gibi bir ses tonuyla sormuştu. Sesinde yargılayıcı bir hava yoktu, daha çok beklenti vardı. "Bana seni öldürmemem için bir sebep ver." diyor gibiydi. Bakışlarındaki yumuşak hava da bunu doğruluyordu. Aramıza giren uzun sessizlikten sonra "Kardeşim için." diye yanıtladım. Yolun sonuna gelmişken yalan söylemek anlamsız gelmişti. Alex'in dudakları şaşkınlıkla aralandı ve Alex bunu gizlemeye çalışmadı. "Fakat artık bir önemi kalmadı." diye devam ettim ve yeniden adımlarımı hızlandırdım. Alex bir şey söylemedi fakat ayakkabılarından gelen düzenli ses beni takip ettiğini bilmemi sağlıyordu. Şimdi rolleri değişmiş gibiydik, sanki birazdan belki de bininci cinayetini işleyecek olan katil bendim. O ise yaptığı onca şeyden sonra hala masum olduğuna inanan kurbandı. Birbirimizi kandırmaktan başka bir şey yapmıyorduk aslında. Ne o masumum diyebilirdi ne de ben.

İçgüdüWhere stories live. Discover now