22. Bölüm

1.3K 124 8
                                    

Yazım yanlışı olabilir kontrol etme fırsatım olmadı. İyi okumalar...

Hayatta bazı anlar vardır. Bunlardan ilki yaşamamış olmayı dilediklerinizdir. Diğeri ise tekrar yaşamak için tüm ömrünüzü feda edebilecekleriniz...

Birkaç gün önce yaşadığım, yaşamamış olmayı dilediklerimdendi. Teo beni hiç beklemediğim bir zamanda ve hiç beklemediğim bir şekilde vurmuştu. Üstelik savunduğu saçma iddiayı Alex'in duymuş olması bu durumu daha da saçma hale getirmişti. Alex alaycı bakışlarla beni izleyip gitmişti ve bu konu hakkında tek bir kelime dahi etmemişti. Teo ise dinlemediğim birkaç cümle daha kurduktan sonra evden ayrılmıştı. Ve günlerdir dönmemişti.

Burada olmaması çok daha iyiydi.

Günlerdir o salona uğramıyor, hatta odamdan çıkmıyordum. Mila başka bir odaya taşındığı için kendimle baş başaydım ve bu beni çıldırma noktasına getirmişti. Odanın her yerini ezberlemiştim. Öyle ki karşı duvardaki küçük çatlağın koordinatlarını dahi söyleyebilir durumdaydım. Ruhumu az da olsa bu kafesten kurtarabilmek için odamdan çıkmaya karar verdim. Kapı kolu o kadar yabancı gelmişti ki bir an için ürpermeme engel olamadım.

Amacım kesinlikle bu değildi fakat kendimi Alex'in çalışma odasında buluvermiştim. Kapıyı açtığımda Alex bilgisayardan başını kaldırıp çok kısa bir anlığına bana bakmış, hemen sonra yeniden ekrana dönmüştü. Yavaş adımlarla odanın içinde ilerlerken etrafı inceliyordum. Tavana kadar uzanan tahta kitaplık buraya kütüphane havası vermişti. Ayrıca kapalı duran perdeler ortamı çok daha kasvetli hale getirmişti. 

Gün ışığını engelleyen perdeleri iki yana ayırdığımda Alex bakışlarını yeniden bana çevirdi. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı, oldukça resmi görünüyordu. Onu ilk kez bu kadar ciddi bir kıyafetin içinde görüyordum. Alex bakışlarını benden çekip önünde duran ansiklopediden birkaç sayfa karıştırdı. "Umarım Teo özür dilemeyi düşünüyordur." dedim fazla yüksek olmayan bir sesle. Pencerenin önündeki mermere yaslanmıştım. 

Alex hafifçe kaşlarını kaldırıp omuz silkti. Umursamaz tavrı her zamanki gibi sinir bozucuydu. "O gün resmen saçmaladı. Bir şey söylemedin mi yani?" dedim hayretle. Alex ansiklopediyi zarifçe kapatmasına rağmen az da olsa toz uçuşmuştu. Sandalyesini bana doğru çevirip "Perdeleri kapatır mısın? Işık başımı ağrıtıyor." dedi ve sol eliyle hafifçe alnını ovuşturdu. 

Odanın içine işlemiş gibi duran parfüm kokusu günlerdir burada olduğunu gösteriyordu. Gözlerinde fark ettiğim kırmızılık da bunu doğruluyordu. Kan içmeye dahi vakit bulamayacağı kadar önemli olan neydi bilmiyordum fakat sorumu umursamamış olması sinirlenmeme neden olmuştu. Bu adamla neden bir şey konuşmak mümkün değildi? "Bunu kendin de yapabilirsin." dedim buz gibi bir sesle ve kapıya doğru yürümeye başladım. Alex'in arkamdan güldüğünü duyuyordum. Bu yüzden odadan çıkmadan hemen önce ona tuhaf bir bakış attım.

"Teo'nun saçmaladığını düşünmüyorumdur belki?"

Alex'in sesiyle adım atmayı bıraktım. Kurduğu cümle kalp atışlarımın hızlanmasına neden olurken bakışlarımı hızla ona çevirdim. Fakat o, bakışlarını çoktan önündeki dosyaya yöneltmişti. Yanaklarımda hissettiğim sıcaklığın etkisiyle kapıyı hiç de yavaş olmayan bir şekilde kapattım ve büyük adımlar atarak bahçeye çıktım. Günlerdir Alex'i görmüyordum fakat o her zamanki gibiydi işte.

Umursamaz ve son derece alaycı.

Rüzgarın tenime dokunmasına izin verdim. Dışarıda diğer günlere nazaran daha serin bir hava vardı. Bulutların arasından çıkabilmek için çırpınan güneş de baharın geldiğini haber veriyor gibiydi. Burası şehirden uzakta ve etraf ormanla kaplı olduğundan bolca temiz havaya sahipti. Birkaç derin nefes sonrası sakinleşmeyi başarmış, Alex'in söylediği şeyi düşünmemeyi başlamıştım. 

Ormandan gelen ufak ayak sesleri dikkatimi oraya yöneltmemi sağlamıştı. Günlerdir odadan çıkmadığım için beslenememiştim ve bu ses beni çağırıyor gibiydi. Bakışlarımı ağaçların arasına yönelttiğimde korku dolu bakışlarla etrafa bakınan geyiği fark ettim. Günlerdir beslenmediğim düşünülünce bu, oldukça iyi bir av olurdu. Bakışlarımı ondan ayırmadan yavaş adımlarla yürümeye başladım. Hayvan hala aynı yerde duruyor ve korkuyla etrafa bakınıyordu. Adımlarımı hızlandırarak aramızdaki mesafeyi yarıya indirdim. Geyiğin hala kaçmamış olması şaşırtıcıydı. Ya henüz farkımda değildi ya da kaçtığı başka bir avcı vardı.

Kulağıma gelen vızıltı ile elimi kaldırdım ve oku havada yakaladım. Bu sırada geyik telaşla koşmaya başlamış, ormanın derinliklerine doğru yol almıştı. Tahmin ettiğim gibi geyik başka bir avcıdan kaçıyordu. Avımı kaçırmama neden olan kişiye dönüp baktığımda yirmili yaşlarda, uzun boylu bir erkekle karşılaştım. Oku yere fırlattığım sırada yayını omzuna asmıştı. 

"Vay be. Periler gerçekmiş." diye mırıldandı ve çapkın bir gülüş attı. "Sahiden, bunu nasıl yaptın?" diye sordu bana yaklaşırken. Aynı anda yerdeki oku işaret etmişti. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve "Yetenekliyim diyelim." diye mırıldandım. 

Gözlerinin yeşili ağaçlarla bütünleşiyor gibiydi. O bir insandı, bunu anlamam zor olmamıştı. Gözlerimdeki kırmızılığı fark etmemesi için gözlerimi kısarak bakıyordum. Eğer ne olduğumu fark ederse onu öldürmek zorunda kalırdım. Ve bunu yapmak istemiyordum.

Avcı, gamzelerini gösterecek şekilde güldükten sonra yerdeki oku alıp yerine yerleştirdi. "Avımı kaçırdın fakat bana adını söyleyerek kendini affettirebilirsin." dedi muzip bir tavırla. Benimle flört etmeye çalışması hoşuma gitmişti. "Ben Killian." diye ekledi hemen sonra. Ve tatlı bir gülüşle konuşmamı beklemeye başladı. 

Ona cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada Killian elini kalbine doğru götürdü ve eli kana bulandı. Hemen sonra kan kusarak diz çöktü ve çok kısa bir süre sonra gürültüyle toprağın üzerine düştü. Telaşla yanına eğilip onu sarstım fakat çabamın boşuna olduğunu biliyordum. Çünkü kalbi artık vücudunun içinde değildi. Alex kalbi cesedin üzerine attığında öfkeli bakışlarımı ona çevirdim.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen!"

Adeta kükreyerek Alex'e bağırdığımda dallarda ne kadar kuş varsa hepsi havalandı. Sesim ormanda yankılanırken hızla nefes alıp veriyordum. Alex ise her zamanki gibi ifadesizdi. Gömleğinin kana bulanan kısmını kıvırırken tek söylediği "Yürü." oldu. Cevabı beni daha da öfkelendirirken Killian'ın cesedinin üzerinden atlayıp Alex'in yakasına yapıştım. "Neden yaptın bunu? Yalnızca adımı sormuştu."

Alex sinirle bileklerimi tuttu ve gömleğini ellerimin arasından kurtardı. "Masum bir insanı öldürdün!" diye bağırdım yeniden. "Günlerdir kardeşini kurtarmak için uğraşıyorum fakat senin tek derdin flört etmekse buyur." dedi Alex bağırmaya yakın bir sesle ve geri çekilerek kollarını iki yana açtı. "Fakat bir daha yalvarsan dahi umrumda olmazsın." diye ekledi ve öfkeli bakışlarını bana yöneltti. 

Bağırmaya hazırlandığım sırada Alex'in söyledikleri susmamı sağlamıştı. Gerçekten günlerdir odasından çıkmamasının nedeni kardeşimi kurtarmak mıydı? Buna inanmakta güçlük çekiyordum. Fakat Alex oldukça ciddi görünüyordu. Gömleğinin yakasını düzeltirken bakışlarımı ondan kaçırdım. "Özür dilerim."

Alex zarif bir şekilde kravatını düzeltti. Bu haliyle çok daha korkutucu görünüyordu. Bir şey söylemeden yürümeye başladığında "Bir şey bulabildin mi?" diye sordum. Aynı zamanda ona yetişmeye çalışıyordum. Yanına ulaştığımda Alex başını olumlu anlamda salladı ve hemen sonra yemyeşil gözlerini yüzüme çevirdi. Merakla ona bakıyordum. Yoksa kurtarmamızın bir yolu yok muydu? Bunu duymaktan öylesine korkmuştum ki bir an için gerildiğimi hissettim. Karşımızda Vera gibi güçlü bir cadı varken yapabileceğimiz tek şey kanlarını emmek olurdu ki bunun da işe yarayacağını zannetmiyordum. "Bir planım var." dedi Alex düşünceli bir sesle. Ve ardından ekledi. "Fakat pek hoş bir yol olduğunu sanmıyorum." 

İçgüdüWhere stories live. Discover now