26. Bölüm

1.3K 133 2
                                    

Bölüm Şarkısı: Fi dizi müzikleri- Ten Kokusu 

Bayılıyorum bu şarkıya, özellikle bölümün son kısmına oldukça uygun *-* İyi okumalar...

Bu sabahı yıllardır uyandığım en huzurlu sabah olarak tanımlayabilirdim, eğer aşağıdan gelen gürültüler olmasaydı. Anastasia'nın neşeli sesini sürekli yere düşüp parçalanan eşyaların çıkardığı sesler bölüyordu.

Merdivenlerden inip düşmekte olan vazoyu son anda yakaladığımda salonda hiç de hoş bir görüntü yoktu. Yere değişik renk ve büyüklüklerde cam parçaları saçılmıştı ve hepsi gün ışığıyla parlıyordu. Bulabildiğim boşluklara basarak kardeşime biraz daha yaklaştım. Alex ve Teo ise odanın diğer köşesinde oturmuş dergi okuyorlardı. Bunca gürültünün içinde bile buna devam edebilmeleri takdir edilesiydi. Anlaşılan evdelerinde kırılıp parçalanan eşyalar umurlarında değildi. Fakat benim umrumdaydı.

"Ne kadar ilginç bir şey değil mi?" diye mırıldandı Anastasia elindeki müzik kutusunu gösterirken. "Bak burayı çevirince hoş bir melodi çalıyor." diye ekledi ve kutunun yanındaki küçük anahtara birkaç tur attırdı.

"Müzik kutusunun ne olduğunu biliyorum." diye mırıldandım ve vazoyu bırakıp kutuyu kardeşimin elinden kurtardım. En son istediğim şey birkaç eşyanın daha parçalarına ayrılmasıydı. Anastasia küçük bir çocuk gibi dudak büktüğünde onu sürüklemeye başlamıştım bile. Alex'in karşısındaki koltuğa oturduğumuzda Teo elindeki dergiyi kapatıp sehpanın üzerine attı. "Biraz daha geç kalsaydın muhtemelen taşınmak zorunda kalacaktık."

Teo sözünü bitirir bitirmez gülmeye başlayınca Alex de ona eşlik etti. Bense Anastasia'ya uyarı dolu bir bakış attım. "Özür dilerim." diye mırıldandı Anastasia ve tek bir hamleyle tüm eşyaları eski haline çevirdi. Cadı olmanın bazı avantajları olduğu doğruydu. Teo teslim olmuş gibi ellerini havaya kaldırdı ve "Asıl ben özür dilerim." diye mırıldandı kahkalarının arasından. Bizi dışarıdan gören birisi muhtemelen mutlu bir aile olduğumuzu düşünür, belki de evdeki huzuru kıskanırdı.

Ne huzur ama!

Karşımda, beyaz sayfaları zarifçe tutan adam beni onlarca kez öldürmeye çalışmıştı. Ve onun yanındaki adamsa bana aşık olduğundan bahsedip duruyordu. Kesinlikle buradan daha huzurlu (!) bir yerde bulunamazdım. Ayrıca Anastasia eline geçirdiği her eşyayı en küçük parçasına kadar inceliyor ve cevabını bilmediğim sorularla beni boğuyordu. Huzur artık benden tamamen uzak bir şeydi.

"Öğrenmem gereken ne çok şey var!" diye mırıldandı kardeşim neşeli bir sesle. O, her ne kadar başka bir bedende olsada yine Anastasia'ydı. Asla sıkılmayan ve siz pes edene dek konuşma yeteneğine sahip bir kız kardeş.

Laurentlerin yanında tam da ihtiyacım olan türden.

"Öyleyse." dedi Teo bakışlarını kardeşime çevirerek. Aynı anda koltuğun kenarındaki ceketine uzanmıştı. "Sana dünyayı göstermekten onur duyarım." Teo zarif bir hareketle ceketini giydikten sonra sahte bir nezaketle elini Anastasia'ya uzattı. İtiraz etmek için ağzımı açtığım sırada Teo'nun kararlı bakışlarıyla karşılaşmam sessizliğimi korumama neden oldu.

Anastasia neşeyle Teo'nun elini yakalayıp ayağa fırladı ve beni sayamadığım kez öptükten sonra hızlı adımlarla Teo'ya yetişti. Sanırım kardeşime bu kadarını fazla görmemeliydim. Hatta onu Alex ile göndermiyor oluşuma sevinmeliydim, en azından Teo aklı başında davranışlar sergiliyordu. Ve kardeşimin yanında herhangi birini öldürmeyeceğinden emindim.

Ayrıca Anastasia uzun süredir tutsaktı ve şimdi benim yaptığım da çok farklı değildi. Onu yeniden kaybetmekten deli gibi korktuğum için gözümün önünden ayırmamaya çalışıyordum. Özgürlüğünü kısıtlıyordum, tıpkı Vera gibi.

"Vera artık yalnızca senin sorunun değil." diye mırıldandım ve Alex'e doğru kaçamak bir bakış attım. Karşımdaki adam dünyada var olan en korkunç canavarlardan birine değil de daha çok bir moda dergisi için kamera karşısına geçen bir modele benziyordu. Onun bu ciddi tavrı kanepede rahatça oturmamı engelliyordu. Neden onunla her konuştuğumda diken üstünde olmak zorunda kalıyordum ki? Alex elindeki dergiyi zarifçe kapattıktan sonra yan tarafında duran cam bardağa uzandı ve kehribar renkli sıvının iştahla bardağa yuvarlanmasına izin verdi. "Onunla baş edebilirim." dedi Alex her zamanki ses tonuyla.

Kararlı ve küçümseyici.

Hemen ardından içkisinden birkaç yudum aldı. "Biliyorum." diye mırıldandığımda Alex dünyadaki en tuhaf şeyi söylemişim gibi bana baktı. Fakat ciddiydim. Vera'yla baş edebileceğini biliyordum.

O Alex Laurent'ti.

Yenilmiş gibi görünürdü fakat aslında asla gerçekten yenilmezdi. Her zaman ikinci bir planı olurdu. Ürkütücü ve büyüleyici yüz hatlarının ardında nasıl işlediğini çözemediğim bir zekaya sahipti. Bu yüzden yenilmeyeceğinden adım gibi emindim.

"Bak, Anastasia'yı kurtarmak için neredeyse hiç umudum kalmamıştı." diye mırıldandım ve bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Eğer sen olmasaydın muhtemelen hala onu kurtarabilmiş olmazdım." diye ekledim. Alex bakışlarını üzerimden çekmeden bardağı dudaklarına doğru götürdü. "Borcumu ödememe izin ver." dedim ve nihayet konuşabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldım.

"Ödenecek bir şey yok." dedi Alex uzun bir sürenin sonunda. Bardağı sehpaya bıraktığında çıkan tok ses sıçramama neden olmuştu. "Fakat kalırsan Teo'yu çok memnun edersin."

Teo'nun adını duymak göz devirme isteği uyandırırken ses tonumu umursamadan "Yalnızca sana yardım etmek istiyordum. Boş versene." diye mırıldandım. Onunla konuşmaya çalışmak başından beri hataydı zaten. Nasıl olsa bildiğini okumaya devam edecekti fakat en azından sinirlerimi bozmamış olacaktı.

Oturduğum yerden kalkıp hızlı adımlarla salonu terk etmek üzereyken Alex'in güçlü eli durmamı sağlamıştı. Beni öyle sert bir şekilde çevirmişti ki gövdesine çarpmaktan kurtulamamıştım. Refleks olarak boşta olan elimi aramıza koyarak az da olsa ondan uzaklaşmayı başardım. Fakat şimdi de elim göğsünün tam üzerindeydi. Onun eliyse bileğimin çok az altında duruyor ve elinden yayılan ısı, kanımın yüzüme hücum etmesine neden oluyordu. Bir şeyler söylemem gerekiyordu fakat düzenli aralıklarla inip kalkan göğsü ve burnuma dolan parfüm kokusu düşünmemi engelliyordu. Aramızda son derece rahatsız edici bir yakınlık vardı fakat bu yakınlık yalnızca beni rahatsız ediyormuş gibiydi. Benim aksime Alex rahat bir tavırla karşımda duruyor, buz gibi bakışlarını üzerime dikmeye devam ediyordu. Alex bileğimi serbest bırakmadan dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında yutkundum. Kalbim göğüs kafesimi parçalamak istermiş gibi çarpıyor ve dizlerim titriyordu. Ondan uzaklaşmam gerekiyordu fakat garip bir şekilde bacaklarımı harekete geçiremiyordum. Alex birkaç nefes alışlık sürenin sonunda fısıldayarak konuştu:

"Öğrenmen gereken çok şey var Alexandra, kalbini yerinde tutmayı başarmak gibi."

İçgüdüWhere stories live. Discover now