42. Bölüm

1.1K 100 31
                                    

Bölüm Şarkısı: Klergy- Dangerous Game

Kendimi bir film karakteri gibi hissediyordum. Hareketlerim, söylediklerim hatta düşündüklerim bile bir başkasının kontrolünde gibiydi. Aslına bakılırsa, bu konuda çok da haksız sayılmazdım.

Sürekli olarak bir döngünün içindeymiş gibi aynı noktaya dönüp duruyordum. Kişiler, mekanlar aynıydı. Değişen tek şey ismimin önünde taşıdığım sıfat ve hissettiklerimdi.

Müttefik.

Alex Laurent'in zaafı.

Ve şimdi, hamile kalmayı başarmış ilk vampir.

Bu etiketleri üzerimde taşımak rahatsızlık vericiydi. Her geçen gün gerçek kimliğimden uzaklaşıp yeni birine dönüşüyormuşum gibi hissetmeme sebep oluyorlardı. Korkarım bu, sonsuza dek sürecekti.

İçimde, dışarı çıkmak konusunda bir korku filizlenmişti. Sanki, bahçeye adım attığım anda diğerleri dibimde bitecek ve bebeğime zarar vermeye çalışacaktı. Bebeği bu evin dışındaki kimsenin bilmemesini bir kenara koyarsam haksız sayılmazdım.

Aklımdaki kötü düşünceleri kovmak için kitap okumaya karar vermiş ve salondaki geniş kanepelerden birine oturmuştum. Fakat ne elimdeki bu kitap ne de Alex'in kitaplığındaki hiçbir kitap ilgimi çekiyordu.

Doğrusunu söylemek gerekirse, içinde savaş kelimesi geçen hiçbir kitabı okumak istemiyordum. Tüm bu güç savaşı, kan ve korkunun içindeyken iyi hissetmemi sağlayacak şeyler okumam gerekiyordu.

Fakat aradığımı Alex'in kitaplığında bulmam mümkün değildi.

Tırnaklarımı belli bir ritimle kucağımdaki kitabın sert kapağına vuruyor ve salondaki sessizliği az da olsa yok etmeye çalışıyordum. Aksi halde zihnimin sesi kulaklarımı işgal ediyor ve türlü komplo teorileri kuruyordum.

Bu sırada, daha önce görmediğime emin olduğum bir kız hızlı adımlarla bahçeye çıktı. Fiziği o kadar güzeldi ki daha önce görmüş olsaydım asla unutmazdım. Hatırladığım kadarıyla Teo'nun yanında da böyle biri yoktu.

Sanırım, sorumun cevabını kimden alacağımı biliyordum.

Derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalktım. Bacaklarımın uyuşmuş olması burada ne kadar süredir oturduğumu açıklıyordu. Adımlarımı Alex'i bulacağımdan emin olduğum yere, çalışma odasına, yönlendirdim. Birkaç gündür Teo ile düzenli olarak burada buluşuyorlardı.

Kapıyı çalma gereği duymadan içeri girdiğimde ikisinin de bakışları refleks olarak bana dönmüş oldu. Beyaz kapıyı yavaşça kapatıp ileri doğru birkaç adım attım. Alex ahşap masanın ardındaki deri kaplı sandalyede oturuyor, tüm masaya yaydığı haritayı inceliyordu.

Teo ise, kendisine bir bardak viski koymuş ve şöminenin yanındaki haki yeşili tekli koltuğa oturmuştu. Kollarımı göğsümde birleştirip "Az önce salonda gördüğüm kız kim?" diye sordum.

Hemen ardından Alex'e tuhaf bir bakış attım. Bu, "Bu işte senin parmağın olduğunu biliyorum." anlamına gelen bir bakıştı. Alex yüzüne yarım bir gülüş yerleştirip arkasına yaslandı. "Demek onunla tanıştın."

İmalı bir şekilde "Henüz tanışmadım ama tanışmak için sabırsızlanıyorum." diye mırıldandım. Aynı zamanda yeniden adım atmaya başlamış ve Teo'nun karşısındaki boş koltuğa oturmuştum. Alex sandalyesini bana doğru çevirerek "Octavia." dedi. "Yeni aşçımız."

"Aşçımız mı?" Hayret dolu bir sesle sorduğum soru Teo'yu da gülümsetmişti. Gerçekten, burada neler dönüyordu? Alex dirseklerini sandalyenin kenarlarına dayayıp parmaklarını birleştirdi. "Anastasia kan içemediğini söyledi."

İçgüdüWhere stories live. Discover now