48. Bölüm (2. kısım)

961 94 80
                                    

Bölüm şarkısı: Lana Del Rey- Born to Die

İyi okumalar...💛

Kaybetmenin ne olduğunu bilmiyordum. Gerçekten sevdiğin birini kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu uzun yıllardır hissetmemiştim.

Bu, berbat bir şeydi.

Dünyadaki her şey bir anda anlamsızlaşıyor, siyah beyaz film karelerine dönüyordu. Aynanın karşısında durmuş, yansımamı izliyordum. Fakat bunu dikkatle yaptığım söylenemezdi.

Karnımdaki şişliğin yok olmuş olması Sofia'nın doğduğunu söylüyordu. Tüm bunların gerçekten yaşandığını...Kardeşimin gerçekten ölü olduğunu haber veriyordu.

Bu sırada Percy, ürkek adımlarla odaya girip bana kaçamak bir bakış attı ve Sofia'nın beşiğine doğru eğildi. "Güzel olmasını bekliyordum ancak bu kadarını hayal edememiştim."

Aynadan ona baktım. Üzgündü, herkes kadar. Belki de benim kadar.

"O elbiseyi Anastasia seçmişti, Noel'de." diye mırıldandım. "O zaman bunun gereksiz olduğunu, asla bir bebek sahibi olamayacağımı söylemiştim. Ama o yine de almıştı." Gözyaşlarım, yanaklarımda ince yollar çizmeye başlamıştı.

"Belki de geleceği görmüştür." Percy hafifçe gülümseyip yanıma ulaştı ve omuzlarımdan tuttu. "Keşke ben de görebilseydim." diye mırıldandım. "Öleceğini görseydim buna izin vermezdim."

Percy yavaşça kollarımı okşadı. "Dünyada, olacakları engelleyebilecek bir sihir yok." Yanağıma minik bir öpücük bıraktı. "Bunun için kendini suçlayamazsın." Tepki vermedim. Her şeye rağmen, kendimi suçlu buluyordum.

Alex odaya girdiğinde Percy geri çekildi. "Sizi yalnız bırakayım." Alex ile sessizce selamlaştıktan sonra odadan çıktı. Aynanın önünde durmaya son verip beşiğe doğru yürüdüm.

Sofia, her şeyden habersiz bir şekilde uyuyordu. Şu anda, onun yerinde olmayı çok isterdim. Hiçbir şeyin farkında olmamak, farkında olup da acı çekmekten daha iyiydi.

Kızımın ufak sarı saçlarını okşarken Alex yanıma geldi ve beni, ona bakmaya zorladı. "Bunu yapmak zorunda değilsin." Bunu söylerken sesi normal bir tondaydı. "Burada, Sofia'yla kalabilirsin."

Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp yeşil gözlerini yüzüme çevirdiğinde ona karşılık verdim. "Orada olmak istiyorum." Alex hafifçe başını salladığında derin bir nefes aldım.

"Ölürken çok acı çekti mi?" Bu soruyu sorarken boğazımdaki düğümleri hissedebiliyordum. Alex soruma şaşırmış görünüyordu, cevap vermekle vermemek arasında kalmış olmalıydı.

"Evet ya da hayır demen yeterli." diye ekledim. Bunun ona yardımcı olmasını umuyordum. Alex dudaklarını ıslattıktan sonra "Hayır." diye yanıtladı. "Her şey birkaç saniye içinde oldu."

"Nasıl öldüğünü bilmek istemiyorum." diyerek onu susturdum. Bu kadarı benim için yeterliydi. Daha fazlasını öğrenmek, bu yükün altında daha çok ezilmek demekti. Ve ben zaten, yerle yeksan olmak üzereydim.

Alex yanağıma ufak bir öpücük bıraktıktan sonra kollarını etrafıma sardı. Boynundan gelen parfüm kokusu, son günlerde duyduğum en güzel koku olmalıydı. Kan kokusuna o kadar alışmıştım ki, dünyadaki tek kokunun bu olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Ayrıldığımızda Alex, kolundaki saate kaçamak bir bakış attı. "Sanırım vakit geldi. Sofia'ya bakması için Veronica'yla konuştum." Hafifçe başımı sallayıp bakışlarımı kızıma çevirdim. Onu korumak için girdiğim savaşta kardeşimi kaybetmiştim.

İçgüdüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin