18. Bölüm

1.4K 132 23
                                    

Bölüm Şarkısı: Tony Anderson-Something Can Grow

Biraz kısa bir bölüm oldu, iyi okumalar :D 

Asırlarca sürdüğünü düşündüğüm yol boyunca geçmişi düşünmemeye çalıştım. Artık yeniden başlıyordum ve bu yeniliği en iyi hale getirmeye kararlıydım. Bu yüzden yol boyunca oyalanacak şeyler bulmuştum: Arabanın radyosuyla oynamak, camı açıp kapatmak ve arada sırada uyuklamak gibi. 

Alex ise yolculuğun başından beri aynı ciddiyetle arabayı sürüyordu. Arada sırada bakışlarını bana çevirdiğini biliyordum fakat çoğu zaman karşılık vermiyordum. Onun yüzüne bakmak hata yaptığımı düşündürüyordu. Sanki bilerek bir katille ölüme gidiyormuş gibi...Oysa Alex'in yüzüne bakan biri bunca ölümün sorumlusu olduğunu düşünmezdi. Katil olduğuna inanmak içinse onunla bir gün geçirmek yetiyordu. 

"Bu zamana kadar kaç kişi öldürdün?"

Sorduğum soru arabadaki sessizliği bozarken Alex bakışlarını bana çevirdi. Hemen sonrasında ise alaycı bir ifadeyle güldü ve "Hiç saymadım." diye yanıtladı. 

"Nasıl başarıyorsun bunu?" dedim fısıldar gibi. Alex merakla bana döndü ve "Neyi?" diye sordu. "O kadar insanı öldürmene rağmen nasıl rahat olabiliyorsun?"

Arabada uzun bir sessizlik oluşmuştu. Bir ara soruma cevap vermeyeceğini düşündüm. Fakat sonra Alex kendi kendine konuşur gibi "Bir süre sonra alışıyorsun." dedi. 

"Belki de annenin senden nefret etmesinin sebebi seni sevmemesi değildir." dedim. Alex öfkeyle soludu. "O cadı başından beri benden nefret ediyor ve sen Alexandra, bu konuyla ilgili biraz daha konuşursan yalnız devam etmek zorunda kalırsın." Alex'in tehdidini umursamadan "Hayır." diye mırıldandım. "Hiçbir anne kendi çocuğundan nefret etmez."

Alex aniden arabayı durdurunca camdan fırlamamak için torpidoya tutunmam gerekti. Alex öfkeli bakışlarla bana döndü. "Hiçbir zaman anne olamayacak biri annelikle ilgili ne çok şey biliyor."

Kurduğu cümle göğüs kafesimde bir ağrı hissetmeme neden olurken bakışlarımı ondan kaçırdım. Arabada duyulan tek ses Alex'in hızla alıp verdiği nefesleriydi. Diğer vampirler de yolun kenarında durmuştu, herkes ne olduğunu merak ediyordu. Alex sinirle ne olduğunu sormaya gelen Nick'i başından savdıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. 

Bense yolun kenarındaki ağaçları seyrediyordum. Gözyaşlarım akmak için çabalıyordu ve bu gözlerimin yanmasına sebep oluyordu. Fakat onun yanında ve yine onun yüzünden ağlamamaya kararlıydım. Dediği her ne kadar ağır da olsa doğruydu. Çocuk sahibi olmamın imkanı yoktu. Vampirliğin elimden aldığı bir diğer şey de annelikti. Alex bakışlarını benden çekip arabayı çalıştırdığında gözlerimi sıkıca kapatmıştım.

Arabanın sertçe fren yapması gözlerimin tekrar açılmasına sebep olurken havanın kararmak üzere olduğunu fark ettim. Bir süredir uyuyor olmalıydım. Alex bana bir şey demeden arabadan inince inmem gerektiğini anladım fakat harekete geçmedim. Sanki dışarıya adım attığım anda her şey farklı olacaktı. Bunun yerine arabanın içinde oturup etrafı izlemek daha iyi geliyordu. 

Alex arabanın birkaç adım ötesine kadar gitmişken bana doğru döndü ve başını hafifçe eğerek inmemi işaret etti. Bakışlarımı gözlerine sabitlerken hareket etmemeye yeminli gibiydim. Alex sıkılmış bir ifade takındı ve başını sallayıp hızla arabanın yanına geldi. Kapıyı açıp birkaç adım gerilediğinde içeri dolan rüzgar saçlarımın uçuşmasına sebep olmuştu. Bir süre sonra Alex ile göz göze gelmemeye çalışarak arabadan indim ve hızlı adımlarla önümde duran eve doğru yürümeye başladım. 

Etrafta başka bir yaşam alanı görünmüyordu. Bu yüzden doğru yere gittiğimden emindim. Alex'in arkamdan geldiğini biliyordum. Sertçe kapanan araba kapısının sesi ve bastığı yerde çatırdayan yapraklar da bunu doğruluyordu. Kapının önüne geldiğimde diğerlerinin de burada beklediklerini gördüm. Mila da buradaydı, onu görünce gülümsedim. En azından grupta konuşabileceğim tek kişi Alex değildi. 

Belki de Alex bunu bildiği için onu da yanına almıştı. Mila da bana gülümsedikten sonra yavaş adımlarla yanıma geldi. "Seni burada görmeyi ummuyordum." dedi imalı bir tavırla. Başından beri Alex ile yıldızımızın barışmaması ve yaptığımız dövüşler aklıma gelince mantıklı bir açıklama yapmaya çalıştım fakat tek söylediğim "Öyle gerekti." oldu. 

Mila cevabımla tatmin olmuşa benzemiyordu. Tam da o sırada Alex'in gelmesi yeni bir soru sormasını engellemişti. Derin bir nefes aldıktan sonra dikkatimi Alex'e verdim. Nick'e Fransızca bir şeyler söylüyordu. Söylediği şey hakkında bir fikrim yoktu fakat Nick'in hoşuna gittiği söylenemezdi. Sanırım birkaç dil öğrenmenin bana epey faydası olacaktı.

Daha sonra evin büyük, ahşap kapısı açılınca gruptakiler birer birer içeri girdiler. Mila kolumdan tutup beni sürükleyene kadar Alex'in Nick'e ne söylediğini çözmeye çalışıyordum.

Ev diğerine göre daha küçük sayılırdı. Fakat ondan çok çok az daha görkemli olduğunu söyleyebilirdim. En azından mermer duvarlar ve altın kaplamalar yoktu. Burası bir zaman tünelindeymiş hissinden çok modern çağda olduğumuz hissini vermeyi başarıyordu. Bu yüzden burada kendimi çok daha rahat hissedeceğimden emindim. 

Alex salondaki büyük beyaz kanepeye oturmuştu, yanındaysa hiçbir yerde yanımızdan ayrılmayan cadı kız duruyordu. Herkes salonda toplanınca Alex bakışlarını bulunduğumuz yere çevirdi. Bense bakışlarımı cadının üzerine sabitlemiştim. Güzel bir kız değildi, saçlarında her zaman dağınık bir hava vardı. Gözleri küçük birer nokta gibiydi, bizi görebildiğinden şüphe etmiyor değildim. Ayrıca çok zayıftı. Alex'in böyle bir kızdan ne gibi bir çıkarı olduğunu merak ediyordum. 

Kız bakışlarımı hissetmiş gibi gözlerini üzerime dikti ve alaycı bir ifadeyle gülümsedi. Küçümser tavrı sinirlenmeme neden olurken yeniden Mila'nın çekiştirmelerine maruz kaldım ve kendimi merdivenlerde buldum. "Umarım iyi bir oda arkadaşısındır." dedi Mila gülerek. "Çünkü ben fazla dağınığım." diye ekledi. 

Kurduğu cümledeki "oda arkadaşı" kısmı kafamı kurcalarken "Dert değil." diye mırıldandım. Mila bizi duvarları lilaya boyanmış bir odaya soktu. Odada iki kişi için ayrı iki tane yatak karşı karşıya konumlandırılmıştı. Fakat oda iki kişi için fazla büyüktü. Mila kapıya uzak olan yatağa gidip üzerine zıpladığında kapıda dikilmiş, etrafı inceliyordum. İki yatak, iki büyük gardırop ve komodinler dışında sade sayılabilecek bir yerdi. Bir süre sonra birinin odaya geldiğini hissederek kapıya döndüm ve cadı kızla karşılaştım. 

"Ne istiyorsun?" 

Bu soruyu buz gibi bir ses tonuyla sormuştum. Bir an önce ondan kurtulmak istediğimi anlamasını umdum. Kız benim gibi soğuk davranarak "Alex seni istedi. Sana meraklı olduğum için gelmedim." dedi fakat ben o anda kapıdan çıkmıştım bile. Bir an önce Alex'in derdini öğrenip yalnız kalmak istiyordum. 

Aşağıya indiğimde Alex'i az önceki yerinde buldum. Kanepenin diğer ucuna oturduğumda Alex bakışlarını bana çevirdi. "Beni neden çağırdın?" diye sordum ona bakarken. Alex bir süre elindeki bardağı çevirip durduktan sonra "Kardeşinle ilgili..." diyerek söze girdi. Anastasia aklıma gelince kalp atışlarım hızlandı ve onu daha dikkatli dinlemeye başladım.

 Alex elindeki bardağı masaya bıraktıktan sonra bedenini bana doğru döndürdü. "Ne kadar süremiz var?" diye sordu. "Dolunaya kadar." diye mırıldandım düşünceli bir şekilde. Çok az vaktimiz vardı. Cevabımdan sonra Alex sessizliğini korudu. Merakla "Yardım edecek misin?" diye sordum vereceği cevaptan korkarak. Alex bir süre gözlerini gözlerime sabitledi. "Edeceğim." diye mırıldandı uzun bir süre sonra fakat sesi çok zor duyulur bir tondaydı.

Verdiği yanıt rahatlamama neden olurken Alex devam etti. "Fakat onu benim yöntemlerimle kurtaracağız." Sırıtışı yüzüne yayılırken aklından geçenleri tahmin ediyordum. Fakat tek yapabildiğim başımı sallamak oldu. Eğer kardeşimi kurtarmak istiyorsam ona katlanmak zorundaydım. Ve katlanacaktım da.

İçgüdüWhere stories live. Discover now