44. Bölüm

1.1K 98 31
                                    

İyi okumalar...💜

Koşuyorum. Önümde, sonsuzluğa uzanıyor gibi görünen sis bulutunu dağıtmaya çalışarak koşuyorum. Neyden ya da kimden kaçtığımı bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, koşmak zorunda olduğum.

Beynim, birini korumam gerektiğini söylüyor. Onu kollarımda sıkıca tutuyorum. Buna rağmen, her an ellerimden kayıp gidecek gibi görünüyor. Ufak sarı saçları ve kocaman gözleri, onu tanıdığımı fısıldıyor.

Kollarımın arasında kızımı taşıyorum.

O anda, sis bulutu hiç var olmamış gibi dağılıyor ve her şey tüm netliğiyle gözlerimin önüne seriliyor. Artık neden koştuğumu biliyorum.

Çünkü o, karşımda duruyor. Vera.

Kalan tüm gücümü bebeğimi korumak için kullanmaya karar veriyorum. Fakat bunun hiç bir faydası olmuyor. Kadın, birkaç saniye içinde kızımı benden alıyor ve ortadan kayboluyor.

Bu sırada, yeni bir sis bulutunun bana doğru yaklaştığını görüyorum.

*****************************

Gözlerimi kocaman açıp yataktan fırladığımda kalbim göğüs kafesimden çıkmak ister gibi çarpıyordu. Korku dolu gözlerle etrafa bakınırken biri, yatağın ucuna oturdu.

Alex, hafifçe çattığı kaşlarıyla beni izliyordu.

Nefes nefese "Kabus gördüm." diye mırıldandım. Alex başını sallayıp komodinin üzerinde duran bardağı suyla doldurdu. Bardağı alırken parmaklarım titriyordu.

Bu, hayatımda gördüğüm en korkunç kabus olabilirdi.

Kuruyan dudaklarımı suyla buluşturduğum sırada Alex "Anlatmak ister misin?" diye sordu. Aynı zamanda titreyen parmaklarımı avucunun içine yerleştirmişti. Başımı olumsuz anlamda salladım. Anlatmak şöyle dursun, anımsamak bile istemiyordum.

Bardağı bırakıp parmaklarımı karnıma bastırdığımda Alex de bakışlarını oraya çevirdi. "Alexandra, bayılacak gibi görünüyorsun ve bu hoşuma gitmiyor." Derin bir nefes alıp gözlerimi kısa bir anlığına kapattım. "İyiyim ben."

Gözlerimi yeniden açtığımda karşımda, ikna olmadığı her halinden belli olan bir Alex Laurent duruyordu. Onu ikna etmek için yüzüme hafif bir tebessüm yerleştirmem gerekmişti.

"Aslında tam zamanında uyandın." dedi Alex ceviz ağacından yapılmış masaya doğru yürürken. Masadaki kağıtların üzerine bıraktığı dolma kalemi alıp yerine yerleştirdi. "Birazdan gidip şu cadıyı bulacağız."

Kaşlarımı çattım. "Çoğul konuşuyorsun." Kate'i bulmak konusunda anlaşmıştık fakat bunu tek başıma yapacağımı sanıyordum.

Alex, dünyanın en saçma cümlesini kurmuşum gibi bana baktı. Hemen ardından, yana doğru dönmüş sandalyeyi çevirdi ve yavaşça oturdu. "Seni oraya yalnız göndereceğimi mi düşünmüştün?"

Cevap vermedim. Çünkü bu bir soru değildi. Daha çok, "Gerçekten o kadar aptal olamazsın." anlamına geliyordu. Yan tarafıma döndüğümde komodinin üstündeki gümüş tepsi dikkatimi çekti.

"Kahvaltıya gitmeyi sevmediğin için kahvaltıyı sana getirdim." Alex, bakışlarımı yakalamış olmalıydı. Tuhaf bakışlarla onu süzdüm ancak şaka yapıyor gibi görünmüyordu. Yüzüne sevimli bir gülüş yerleştirmişti.

Evet, Alex sevimli görünüyordu. Belki de halen uykudaydım.

İtiraz etmeden tepsiyi kucağıma koydum ve atıştırmaya başladım. Her gün, adını ilk kez duyduğum yiyecekleri yemekten sıkılmıştım. Kan içmeyi özleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Fakat şu anda tek istediğim, ortalığı kana bulamaktı.

İçgüdüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin