16. Bölüm

1.6K 142 10
                                    

Bölüm Şarkısı: Guardian Angel (by Elias Nilsson)

Multimedya: Kızıl Tılsım

Iyi okumalar...

Hiçbir şey olmuyordu. Garip bir şekilde her şey olağan seyrinde devam ediyordu. Bu durumdan her ne kadar rahatsız olsam da öyle değilmişim gibi yapıyordum. Nedense etrafımdaki herkes bana iyi davranıyordu. Alex bile. Bu durum benden bir şeyler gizlediklerini düşündürüyordu. Fakat bu huzurlu ortam bir yandan da güvende hissettiriyordu ve ben bunu bozmak istemediğimden sesimi çıkarmıyordum.

"Evan'ın kaçması hiç iyi olmadı." dedi Teo ciddi bir tavırla ve masmavi gözlerini kardeşine dikti. Alex'in umursamaz bir tavrı vardı. Elindeki kristal bardağa viski koyarken hiç acelesi yok gibiydi. Sonunda bize doğru döndü ve umursamaz bir şekilde "Biz zaten istediğimizi aldık." diye yanıtladı. 

Teo sesli bir şekilde nefes verdikten sonra Alex'e çekilmesini belirten bir işaret yaptı ve bir bardak viski de o koydu. Şimdi ikisi de tahta komodine yaslanmış şekilde duruyordu. Ellerinde tuttukları bardaktaki sıvıyı dünyanın en ilginç şeyiymiş gibi inceliyorlardı ve bu benim sinirimi bozuyordu. 

"Neyden bahsettiğiniz hakkında bir fikrim yok." diye mırıldandım ve gözlerimi ikisinin ortasındaki bir noktaya sabitledim. Nedense bakışlarımı ikisinden birinin üzerine sabitlemek istememiştim. Teo ve Alex daha önceden anlaşmış gibi aynı anda bakışlarını bana çevirdi fakat ilk konuşan Alex oldu. "Demek ki bilmen gerekmiyor."

Bu cümleyi o kadar soğuk bir tavırla söylemişti ki tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Daha sonra sert bir tavırla bardağı eski yerine bıraktı. "Farkında mısın bilmiyorum fakat biz aynı gemideyiz." dedim kendimden emin bir şekilde. Alex alaycı bir tavırla gülümsedi. "Bundan emin misin?"

"Öyle olmasa beni kurtarmazdın, değil mi?"

Cevabım Alex'in birkaç saniyeliğine de olsa afallamasına neden olmuştu. Fakat hemen eski ifadesine bürünüp "Kişisel algılama." dedi sert bir şekilde. "Bazen düşmanını bile kurtarırsın. Buna strateji deniyor." diye devam etti ve cümlesini bitirir bitirmez merdivenlere yöneldi. 

Teo ise hala viskisini yudumlamaya devam ediyordu. Sanki az önce bir film izlemiş gibi bir havası vardı. Bakışlarımın üzerinde olduğunu fark edince bardağı bıraktı ve Alex'in peşinden gitti. Kardeşiyle konuşmayacağını biliyordum. Zaten Alex'in Teo'yu dikkate almayacağı aşikardı. Teo yalnızca bakışlarımdan rahatsız olduğu için gitmişti. Ve gitmesi benim için de iyi olmuştu. 

Percy yanıma oturduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Yüzünde şefkatli bir ifade vardı. "Her seferinde düşmanı olduğumu belirtmesinden bıktım." dedim fakat sesim çatallaşmıştı. Alex'in sözleri yüzünden ağlamak istemiyordum. Fakat son zamanlarda o kadar zor durumda kalmıştım ki gözyaşlarım en ufak fırsatta akmaya meyilliydi. 

Percy kollarıyla beni sardığında ağlamaya başlamıştım bile. "Tek derdim kardeşimi kurtarmaktı." dedim hıçkırıklarımın arasından. Daha sonra kendimi Percy'nin kollarından kurtarıp "Fakat tek yaptığım kardeş sevgisi bilmeyen bir adam yüzünden ağlamak." deyiverdim. Ve cümlemi bitirir bitirmez gözlerim Alex ile buluştu. 

Karşımdaki koltuğa oturmuştu, ifadesiz bir şekilde beni izliyordu. Kurduğum son cümle ise bakışlarını benden kaçırmasına sebep olmuştu. Ne ara geri gelmişti ki? Bir an için onu incittiğimi düşünüp kendimi kötü hissettim. Fakat onu beni incittiği kadar incitmem mümkün değildi. Ne de olsa Alex Laurent'in kalbinin yerinde bir buz parçası duruyordu. Sözlerim onda en fazla ufak bir yaprağın dalından kopup rüzgarda savrulması gibi bir etki bırakırdı. 

İçgüdüWhere stories live. Discover now