7. HAİN

16.3K 1.1K 203
                                    

Medyada Nam Joo Hyuk'umuz var. Keyifle okuyun. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. ❤️

***

Beklenmedik olaylarla karşılaşmak tabiatta vardı. Ansızın bastıran yağmur sele neden olabilirdi. Çığlık atmak isteyebilirdiniz, diyelim ki attınız. Bir dağın başında attığınız bu çığlıklar bütün yabani hayvanları etrafınıza toplayabilirdi. Ayıdan kaçmaya çalışırken kurda, kurttan kaçmaya çalışırken yılana, yılandan kaçmaya çalışırken bir avcıya denk gelebilirdiniz. Sizi av zanneden avanak avcı ise tüfeğini ateşleyip, vurabilirdi. Hava yağmurlu diye bir şemsiye alırdınız ama güneş sıcaklığı ve ışıltısıyla gün boyu sizi selamlayabilirdi. Ya da harika bir havada denize girerdiniz, bir anda fırtına kopardı.

İstediğiniz, plandığınız işler ve olaylar elinizde olmadan mahvolabiliyordu.

Demem o ki hayatta 'olmaz olmaz' diye bir şey yoktu. Asla dedikleriniz yakanıza yapışıyor, mümkün olur hale getiriyordu. Oldum olası kendimi erkeklerden koruyan ben, onlara yaklaşmayan ben, en ufak yanlış hareketlerinde öğrendiğim savunma sporlarından nadide bir parçayla onlara karşılık veren ben bir adamın kucağındaydı.

Rahatım diyemezdim. Oldukça rahatsızdım. Lakin bir kelime etmek bir yana, kıpırdayamıyordum. Nutkum tutulmuştu. Sert, kaslı bacaklarının üzerinde defalarca telefonu almak için havaya kaldırdığı koluna uzanmaya çalışmıştım. Bu utanç vericiydi!

''Yanakların kızardı,'' Joo Hyuk omzuna doğru yatırdığı başını kaldırdı. Gülümsemesi silinmiş, anlamlandıramadığım bir ifade yerleşmişti yüzüne. ''Hatta boğazından alnına kadar kızardın! Omo!'' (Omo: Aman Tanrım gibi anlamlara gelen şaşkınlık ünlemi.)

Hızla çekilip, ellerimi halıda sürüyerek geri geri giderek ondan uzaklaşmaya başladığımda Joo Hyuk gözlerini kırpıştırarak beni izliyordu. İnsanlar utandığında kızarırdı. Bir erkeğin kucağında yanlışlıkla da olsa oturmak kötünün kötüsüydü! Yaman'la nişanlıyken bile böyle bir durumu yaşamamıştım. Sırtım koltuğun alt kısmına çarptığında durmak zorunda kalmıştım. Göğüs kafesimi zorlayan nefesimi kontrol etmeye çalışırken Joo Hyuk'a belli etmeden bir bakış attım. Kaçmamı beklemiyor muydu? Belki de iğrenmiştir? Başımı yana doğru hızla çevirip, kısık sesli bir küfür savurdum. Onun iğrenmesine gerek yoktu, ben yeterince kendimden iğreniyordum. O kadar tutturacak ne vardı ki?! Telefonu almakla uğraşmamalıydım. Küçük bir çocuk değildim. Olgun davranmalı, yalnızca rica ederek telefonu istemeliydim. Hem Selma Hanım'ın aramasını cevaplamamak çok ayıp olmuştu. Joo Hyuk'la evinde de olsa çalışıyorduk, bunda tuhaf karşılanacak bir şey yoktu. Ah, her şeyi abartıyordum. Her zamanki gibi.

Sadece şu an hariç. Nam Joo Hyuk'un kucağına oturmam konusunu ölene kadar abartabilirdim. Bu utanç yüzünden ölebilirdim. Soğuk kanlılığım neredeydi? Hani benim tepkisizliğim? Adamın kucağındayken dilimi yutmamalıydım! Gerçi tokatta atamazdım ki!

Birol görseydi 'bu işi ancak nikah temizler' derdi. Ellerimle yüzümü kapayıp, sessiz bir çığlık attım. Tekrar tekrar bu sessiz çığlığı atmaya devam ettim. Bir kenara çekilip Allah belamı versin diye haykırmak istiyordum. Bela boş yere okunmazdı. Ama şimdi tam sırasıydı. Allah belamı versin desem su yeşili saçlı-sürmeli Nam Joo Hyuk amin diyebilirdi.

Gerçekten mi, Masal? Nam Joo Hyuk amin mi derdi? Avuç içlerimi yüzüme bastırmaktan nefes alamasamda umurmasamadım. Ölecek olmama üzülemiyordum. Nam Joo Hyuk benim kucağıma yanlışlıkla oturmuş olsaydı daha az utanırdım.

Ellerim yavaşça tutulup yüzümden çekildiğinde önümde diz çökmüş, gülerek bana bakan bir Joo Hyuk vardı.

''Utandığında yüzünü mü kapıyorsun?''

AŞK SINIR TANIMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin