16. Kendin Gibi Olmak

12.3K 965 255
                                    

Hava biraz serin gibiydi. Bu yüzden uzun kollu bir bluz giymiştim, yanıma ek olarak haki yeşil rengindeki ince gömlek tarzında bir ceketi alarak Bay Park'ın kalmam için verdiği odadan yavaş adımlarla çıktım. İkiye ayrılan büyük koridorun başında belirdiğimde birkaç dakika etrafıma bakındım. Ceketimi omzuma doğru atarken kotumun cebine sıkıştırdığım cep telefonumu ve cüzdanımı yanıma alıp almadığımdan emin olmak adına tekrar yokladım. Çanta taşımaktansa bugün daha serbest bir şekilde dolaşmaktan yanaydım. Bunun sebebi içi dolu çantamla sapıkta olsa birinin başını yarmamdan dolayı da olabilirdi. Gerçi düşünürsek dolaylı olarak başını yarmamış, yaralamıştım. Kesinlikle o olayda suçum yoktu ama oldukça şanssızdım. Yönümü sağ tarafa doğru çevirdim. Merdivenlere uzanan şık halılara bakarak yürürken evin büyüklüğünün gereksizliğini görebiliyordum. Elbette bir CEO'nun evinin lüks olması sıra dışı değildi. Başımı yukarı kaldırdığımda ceketimi omzumdan indirdim. Ve etrafıma yeniden göz attım. Sayısız oda koridor boyunca kapıların ardındaydı. Ayrıca bulunduğum kat harici üç kat daha vardı. Bay Park, hizmetçileri sayılmazsa yalnız yaşayan bir adamdı. Ailesinden hiç kimseyi görmediğimi varsayarak böyle düşünmüştüm. Yalnız yaşayan bir adam için böylesi büyük bir ev, belki de dizilerde gördüğüm bir malikane gereksiz değil de neydi? Hem koyu renklerle döşenmiş, antika eşyalarla dekore edilmişti. Modernlik yerine klasik, aşırı düzenli ve pahalı bir görünümü vardı. Elimi dokunduğum her bir parçanın binlerce lira ettiği kesindi. Ah, Güney Kore'de para birimi Won'du. Park Soo Yun çok zengin olmalıydı. Gözlerim kocaman olurken; yutkundum. Kendimi bunca pahalı eşyanın arasında ucuz falan hissetmiyordum, yine de garip hissediyordum.

Sanırım o bu sarayın sahibiyse, ben de yaşadığım kast sisteminde köle konumunda oluyordum. Köleliğin konumdan bile sayılmadığı da ayrı bir gerçekti. Bundan sonra Bay Park'ı gördüğümde gözümde dolar işareti belirecekti. PSY Entertainment'ın CEO'su göz kamaştıran bir altın külçesiydi.

Aslında o her anlamda ışıl ışıl parlayan göz alıcı bir altın külçesiydi.

Parası olmasa dahi güzel bir yüze, etkileyici kaslı bir fiziğe, hayran bırakacak o etli köfte dudaklara sahipti. Başımı omzuma doğru yatırırken zihnimin içinde beliren yüzüyle olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Sabah ona köfte dudak dediğimi duymuştu, bunu umursamamış gibi yapsam da işin aslı utanmıştım. Birine isim taktığınızda ağzınızdan kaçırmamaya dikkat etmeniz gerekiyordu. Ne yazık ki ben kızgınlıkla konuştuğumda düşüncelerimi de ister istemez sesli söyleyen biriydim. Ama onun dudakları köfte gibiydi! Türkçe bilmesi de benim suçum değildi!

Neden Türkçe öğrenmişti acaba?

Bay Park'la ilgili aklımı kurcalayan çok soru vardı. Benimle biraz fazla ilgilenmiyor muydu? Aksini iddia eder gibi de olsa tutarsız davranışları tuhaftı.

Eğer biraz daha düşünmeye devam edersem aşağıya inemeyecektim. Adımlarımı hızlandırıp, merdivenleri bir çırpıda inerken kafamdan Bay Park'la ilgili her düşünceyi attım. Ben abartıyordum, onun bana yaklaşımında art niyet aramamalıydım. Nam Joo Hyuk'a güvenebiliyorsam, ona da güvenebilirdim. Hatta ona güven duymak sorun olmamalıydı, borçlu sayılırdım. Kimsenin kefil olamayacağı bir suçu yapmadığımdan emindi. O konuyla alakalı konuşmuyordu bile.

Gözü kara bir Türk kızı demişti. Gülümsemeye başladığımda merdivenin son basamağında takılı kalmıştım.

''Ne düşünüyorsun da bu kadar güzel gülümsüyorsun?''

Gözlerim bana yaklaşmakta olan Joo Hyuk'a odaklandığında yüzümden silemediğim gülümsememle öylece ona bakıyordum.

''Nam Joo Hyuk!'' Kendime gelip, adını heyecanla bağırdığımda son basamağı atlamıştım. Ellerinde bir tepside kadehler taşıyan iki hizmetçinin onaylamayan bakışlarıyla karşılaştığımdaysa tekrar duraksadım. Joo Hyuk'la burun burunaydım ve neden kötü kötü baktıkları anlaşılabiliyordu. ''Gelmişsin,'' dedim, şaşırdığımı belirterek. Fısıltıyla konuşan hizmetçiler bizi görmezden gelerek ortadan kaybolurken omuzlarımı belli belirsiz silktim. İstedikleri şeyi düşünebilirlerdi, sonuçta ben misafirdim ve bir daha birbirimizi görmeyecektik. Dikkatimi toplayıp, saçları gitgide koyulaşan, aynı orantıda yakışılılığı artan Nam Joo Hyuk'u inceliyordum. Su yeşili veya kahverengi tonlar... Ona her renk yakışabilirdi. Asla kötü durmazdı.

AŞK SINIR TANIMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin