12. Erkek Düşmanı

13.2K 1.1K 317
                                    

Park Soo Yun öfkeyle içeri daldığında aceleyle kapıyı kapadım. Şaşkın bakışlarla peşi sıra giderken elindeki kutuyu rastgele bir köşeye savurmasıyla sıçradım. Nam Joo Hyuk da tıpkı benim gibi afallamış bir ifadeyle ayağa kalktığında ikimiz de ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorduk. Önümde patlamaya hazır bir volkan gibi dikilen Bay Park'ın geniş sırtına gözlerimi diktim. Hedefindeki kişinin kim olduğunu biraz geç de olsa fark etmiştim. Birden bağırdığında ise tekrar sıçradım. Adam Korece konuşuyordu ve dokunsam gerçekten patlayacak gibiydi. Sinirli bir yapısı olduğu kesindi. Kim bilir neyi yanlış anlamıştı? Ayaklarımı sürüye sürüye yanına gittiğimde kolunu dürtükledim. Nam Joo Hyuk cevap vermeden kızgın bir bakışla onu süzerken olayın sebebini merak ederek sordum.

''Bir sorun mu var, Bay Park?''

Dudaklarını birkaç kez aralayıp, birbirine bastırdığında başını iki yana salladı. ''Aranızda ne var?'' dedi ve gözlerim sonuna kadar açıldı. Aksanı bozulmuştu, arada bir konuşmasına Korece kelimeler serpiştiriyordu. ''O niye burada?!'' diyerek doğruca Nam Joo Hyuk'u işaret etti.

Kolunu dürtükleyen parmağım havada kalmıştı. Nam Joo Hyuk'la aramda bir şey yoktu. Elbette bana olan kibarlığı etkileyiciydi ama bir erkekten sırf kibar olduğu için hoşlanmazdınız. Ayrıca Joo Hyuk cidden acayip tatlıydı. Gülümsediğinde, bana yardım ettiğinde ve şakalaşmak için komik olmayan espriler yaptığında... Fakat biz arkadaştık. Gerçi oppa dememi istediği için biraz şüphelerim vardı, yine de birbirimizle olan yakınlığımız arkadaşlıktan öte değildi. Tabii bizim yakınlığımızın derecesi Bay Park'ı hiç ilgilendirmezdi. Türkiye'de yeterince bu yüzden sorunlar yaşamıştım, artık hayatıma biri aynı böyle daldığında tüm şartellerim atıyordu.

''Siz niye buradasınız?'' Kollarımı göğsümün hemen altında bağlarken Nam Joo Hyuk'a karışmaması için gözlerimi kırpıştırarak baktım. ''Joo Hyuk'u ben davet ettim ama sizi davet ettiğimi hatırlamıyorum, sayın başkanım.''

Başkanımı bilerek dediğimi vurgularken onu gıcık etiğime emindim. Sürekli onu böyle diyeceksin, bunu böyle diyeceksin demesi beni de açıkçası gıcık ediyordu.

''Seni,'' diyerek söze başlayan Bay Park'a odaklandığımda devam etmesi için kaşlarımı havalandırdım. Bu adamın ya öfke sorunu vardı ya da ciddi anlamda geri kafalının tekiydi. Ama neden buraya geldiğini çözemiyordum. Çekik gözleri yavaşça kısılarak kapandığında, ''Merak ettim. Seni merak ettim.'' dedi.

''Maşal'ı merak mı ettiniz?'' Nam Joo Hyuk benim sormam gereken soruyu sorduğunda önce gülümsedim. Maşa mı diyordu, Maşal mı diyordu belli değildi. Bu da haliyle yerli yersiz sırıtmama yol açıyordu. ''Merak etseniz bile bu şekilde evine girmeniz doğru değil. Önce izin almanız gerekir, Bay Park.''

Konuşmanın devamı Korece ilerlerken arada kalmış gibi hissettim. Denizde ilerlemeye çalışan eski püskü bir sandalın üstündeki hayatta kalmaya çalışan biri de olabilirdim. Issız bir adada yaşam mücadelesi verip, sonunda kurtulduğumu düşündüren sandalın aslında büyük bir yanılsama olduğunu görüyordum. Ben Güney Kore'ye daha çok para kazanacağımı sanarak gelmekle baya bir yanılmıştım. Yara bere içindeki ayaklarıma konudan tamamen koparak baktığımda dolan gözlerimi kırpıştırdım.

Erkeklerin canı cehennemeydi!

''Güzelce yiyin,'' Nam Joo Hyuk bir kase rameni Bay Park'ın önüne iki eliyle birlikte bırakırken çok saygılıydı. Tiksinircesine burun kıvıran Bay Park ramenin havada bir leke gibi peşinden getirdiği beyaz dumanı solurken başını kaseye eğdi. ''Afiyet olsun, başkanım.''

Çatalımın ucuna dolaya dolaya rameni yerken gözlerim onun üstündeydi. Nam Joo Hyuk yanıma oturduğunda köşeli koltuktaki tüm boşluklar dolmuştu. Ev küçücüktü ama misafirlerim kendini ağırlatmaktan hiç gocunmuyordu.

AŞK SINIR TANIMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin