8. Kençana?

15.6K 1.1K 284
                                    

Kendimi yalnız hissettiğim milyonlarca an vardı. Çaresiz hissettiğim kısıtlı anlar vardı. Bana her yönden yabancı gelen birinin sıcaklığı yalnızlığımı silip atıyor, filizlenmekte olan çaresizlik tohumlarını yakarak yok ediyordu. Nam Joo Hyuk benim için eşsiz bir arkadaşa benziyordu. Arada heyecanlandıran, varlığıyla yanaklarımı ateş topuna çeviren bir arkadaştı. En azından ona verebileceğim tek yakınlık buydu. Onunla ancak arkadaş olabilirdim. Ben diğer duygular için epey yıpranmış, fazlasıyla yaralanmış biriydim.

"Planımız ne?"

"Bak şimdi..."

O anlatmaya başladığında ara ara dinlemeyi kesip 'mümkün değil' desem de Joo Hyuk beni ikna etmeyi başarmıştı. Planın elbette eksik yerleri vardı, mesela kimin hain olduğu kısmı hâlâ belirsizdi. Kim onca bilgiyi sızdırmış olabilirdi, bilemiyorduk. Özellikle ofisteki çalışma arkadaşlarımı hiç tanımıyordum. Nam Joo Hyuk taslakları ve belgeleri kimsenin görmediğine eminken oldukça zordu işimiz. Sonunda hainin kendimin çıkacağına bile inanıyordum. Çünkü her bir ismi düşününce Joo Hyuk 'o değildir' diyordu. Müdürümüz olarak çalışanlarına güvenmek konusunda haklıydı ve çok da tutucuydu. Yılanlardan ikisini söylediğimde onların asla yapmayacağını katı bir dille reddetmişti. Bizim bulunduğumuz kata ise yalnızca Bay Lee'nin onayladığı kişiler geçiş yapıyordu. Park Soo Yun reklam ve tanıtım projelerinde Nam Joo Hyuk'u tercih ediyordu, bu yüzden de değerli çalışanlarından biri haline geliyordu. Joo Hyuk ne derse desin benim hain olma durumum planlanmış olmalıydı. Gerçek hain iyi bir zamanlama yapmıştı. Güvenilmez çalışanlar listesinde birinciydim, Park Soo Yun'ın siyah kalemle üstünü çizdiği isimdim, taslakları gören tek kişiydim.

Gerçi taslakları gördüğüm kısım Joo Hyuk'la aramda bir sırdı. İkimizden başka kimse o taslakları gördüğümü ve yardım ettiğimi bilmiyordu. Bunu öğrendikleri takdirde üstümdeki hain damgası asla kalkmazdı. Bana kalırsa Kore'den birileri gitmem için çalışıyor da olabilirdi. Selma Hanım'ın bahsettiği dedikoduları da öğrenirsem kendim de bir şeyler bulabilirdim. Tabii bu dedikoduları Selma Hanım'dan değil, Bay Lee'den duymalıydım. Hakkımda ne konuşulduğunu merak ediyordum. Beni hain olarak gösteren bazı hatalarım olmalıydı.

***

Odamın tavanına karamsarlıkla bakarken aklımdan geçen düşünceler de boğucuydu, birkaçı hariç. Hain deseler bile beni savunan Joo Hyuk çelikten bir kalkan gibiydi. Onları başımdan kovup, herkesi işinin başına yolladığında gözümde bir kahramandan farksızdı. CEO'lar, genel müdürler, patronlar... O kadar çok insan tanımıştım ki her konumdan çoğunun yalancılığı ve çıkarları yüzünden herkesi aynı kefeye koyar olmuştum. En tepeden en aşağıya kadar her çeşit insan vardı. Hep kötülere denk geldiğimden iyi insanların olduğunu unutmaya başlamıştım. Yumuşak yastıklardan birine sarılıp, bugün yaşadıklarımı sindirmeye çalıştım. Tam kalbimin ortasına inen bir yumruk nefes almamı zorlaştırsa da güçlü olmalıydım. Galeyana gelip, bana hakaret edenler olacaktı. İşten atılmam birilerinin ekmeğine yağ süreceğinden kısa yollardan beni pes ettirmeye gayret edeceklerdi. Zaten iki haftadır yaptıkları da bu yöndeydi. Bay Park'ın bana direkt bir garezi olduğunu sanmıyordum. Adamı iki kere görmüştüm, onun dışında da benim için bir isimden ibaret olmuştu. Bulunduğu departmanın önünden geçmeyi bırak, hakkında konuşmuyordum bile. Komodinin üzerinde duran telefonlardan bana ait olanı alarak kenarındaki küçük tuşa hafifçe bastım. Ekran aydınlandığında saate kaydı gözlerim. On ikiye yarım saat vardı. Ailemle konuşmak için geç saatlere kadar uyanık kaldığımdan yorgun düşüyordum ama yine de değiyordu. Onları sesini duyduğumda sıkıntılarım birer birer kayboluyor, yorgunluğumsa tamamen geçiyordu. Şirkete ait olan telefona uzandım. Dilimi dışarıya çıkarıp, Korece olan telefonu kurcalamaya başladığımda gözlerimin önünde matematik işlemleri beliriyordu. Çok zeki biri olmadığımdan telefonun kısmen aynı olan uygulama yerlerini ezberlememiştim. Alışık olmadığım harfler geometrik şekillere benziyordu ya da benzemiyordu. Pes etmeyip rastgele dokunmaya devam ediyordum. Yüzüstü uzanarak dirseklerimi yatağa yasladım. Odanın içindeki tek ışık telefondan geliyordu. Sıkılmıştım, tüm gün çalışıp odama geldiğimde kitap okumaktan başka bir şey yapmıyordum. İnternetten dizi izleyenlerden değildim. Genelde televizyon da izlemezdim ama Kore'ye geldiğimden beri televizyon izlemeyi de özlemiştim. Kore kanalları da ilgimi çekmiyordu, ki zaten anlamıyordum da. Garip bir döngünün içinde sıkıldıkça sıkılıyordum. Bay Lee ve Selma Hanım'dan başka kimseyle görüşmediğim bu telefon bir nevi yeni uğraşımdı. Sanki hiç sorunum yokmuş gibi dili Korece olan telefonla oynuyordum. Eğlenceli miydi? Hayır. Kafamı dağıtıyor muydu? Evet. Daha hızlı dokunmaya başladığımda işaret parmağımın hareket edişini göremiyordum. Gazımı almış daha çok yere tıklayacakken aramayı başlattığımızın evrensel simgesi yeşil telefon çıktığında gözlerim bin kat büyüdü. Birini arıyordum ve kimi aradığımı bilmiyordum. Bu numara bir de Nam Joo Hyuk'ta vardı, belki de onu arıyordum? Telefonu kulağıma yaklaştırdığımda yutkundum. Selma Hanım veya Bay Lee ya da Nam Joo Hyuk, hangisini ararsam arayayım saat çok geçti. Üçüncü çalışta aramam cevaplandığında tekrar yutkundum. Aslında çok korkmama gerek yoktu, sonuçta hayaleti aramıyordum.

AŞK SINIR TANIMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin