8. Bölüm

225 29 0
                                    

Oy verir misiniz? :)

Huzurluydum ancak öyle bir şey vardı ki beni bu huzurun içerisinde bile huzursuz edecek kadar güçlüydü. Benim kalbim, o kadar ağır bir yük kaldırıyormuş gibi hissettiriyordu ki, bu beni mahvediyordu. Ağrısı yoktu, bir sıkıntısı ise hiç yoktu. Bir tek şeyi vardı, rahatsızdı.

Nedeni bilinmezdi, unuttuğum- doğrusu annemin büyüyle unutturduğu- o iki günün ardından da bu rahatsızlığı hissetmiştim. Sanki kalbim, kendi evine yabancı gibiydi.
Kalbim dışında hissettiğim huzur, hayatımda daha önce tatmadığım bir duyguydu. Evimden ilk defa bu kadar uzaktım, hatta o kadar uzaktım ki araya beş kent sığabilecek diye düşündüm. Daha önce kent görmedim, giremedim insanların içine. Ama dediklerine göre kentlerde 200-300 ev olurmuş. İnsanları gizlice dinlemek ayıp olabilirdi, ama ben dinlemeseydim hiçbir şey öğrenemezdim halk hakkında.

Benim yaptığım ayıp sayılmazdı, asıl ayıp masum bir çocuğu yaşıtlarından ayırmaktı. Halkın ayıbı, benim iki üç ayıbımdan daha baskındı.

Önümde yanmış ateşten kalan küllere bakıyor, Vance'nin huzurlu uykusundan gelen düzenli nefesleri dinliyordum. Gece boyu düşünmüştüm, kötülüğü aslında ben mi yapmıştım? O, bana arkadaş olmuştu, ben ise arkadaşlığını kullanarak kaçmıştım. Gelmeyebilirdi, ama gelmişti. Onu kendimle sürüklemem bencillik olabilir miydi? Bence hayırdı bu sorunun cevabı, çünkü gelmeme hakkı onun elindeydi.

O kadar koşudan sonra ormana girmiş, ne kadar ilerlesek de ormandan çıkışı bulamamıştık. Havanın artık sıcak olmasınıda hesaba katarak geceyi uygun bulduğumuz bu ağacın altında geçirmiştik. Sıcak olsada gece üşüyeceğimizi de hesaba katarak ateş yakmıştık. Vance ne bir soru sormuş, ne de yargılamıştı. Sadece bana takılmış, hırsızlığını övüp durmuştu. Onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için şanslıydım, bence.

"Yanmış kül pek bir işe yaramıyor, özellikle karın hiç doyurmuyor, İnci Tanesi. Eğer acıktıysan ağaca çıkıp meyve toplamayı öneririm." diyen Vance'ye baktım. Kalkmış, eliyle gözlerini ovuşturuyordu. Kocaman gülümsedim.

"Ben pek hırsızlıktan anlamam, gece boyu kendini öven sendin, bence ağaçtan meyve çalarak kendini bana kanıtlayabilirsin." dediğimde ilk önce anlamaz gibi bakmış, ardından gözlerini irice açmıştı.

"Gerçekten de senden korkmalıymışım. Bu kadar dil oyunu sana bile fazla. Az daha gerizekalı olsaydım sana kanıp ağaca çıkacaktım. Ya her şeyi anladım, ağaçtan meyve çalmayı nereden uydurdun?" dediğinde kıkırdadım.

"O meyve ağaca ait ve sen ondan izinsiz koparıyorsun, bence bir nevi çalmak oluyor." dediğimde hayretle bana bakıyordu.

"Kalk, İnci Tanesi. Yoksa aç kalacağız dilin yüzünden." dedi ve birkaç şey daha homurdandı. Ayağa kalktığında peşinden ilerledim. Yanımıza hiçbir şey almamıştık, o hırsızdı çalardı umarım.

Ağacın yanına vardığımızda hızlı bir hareketle ilk dala tutundu ve eriklerin en olgun olduğu dalı tuttu. "Ben dalı silkeleyeceğim, sende tut İnci Tanesi!" diye bağırdığında "Tamam!" diye yanıtladım ve dünden giydiğim mor elbisenin önden sadece bir parça kumaşını kaldırdım. Elbiselerimiz genellikle kabarık etekten oluşurdu, rahatsız ediciydi ancak yapacak başka bir şey yoktu.

Ağacı silkelemeye başladığında denk getirmeye çalışarak tutmayı denedim ve çoğunu tuttum. Toplananları hemen elimle kenara koydum çünkü etekten dökülme riski vardı. O sırada arkamdan gelen 'pat' sesiyle irkilerek arkamı döndüm. Vance belini tutmuş, yerde uzanıyordu ve yüzünü acı çeker bir ifadeyle buruşturmuştu.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now