28. Bölüm

80 14 3
                                    

Oy verir misiniz? :)

Güzelliğin olduğu gibi, mutluluğun da kişiden kişiye değişen bir kavram olduğunu düşünüyordum. Mesela ben arkadaşlarımla mutlu olabiliyorken, ailesiyle veya eşiyle mutlu olan kişiler de vardı. Yani bizi mutlu eden şey bir başkasını mutlu etmeyebilir ve tam aksine onun üzüleceği bir şey olabilirdi.

Ve ben insanları üzmekten deli gibi korkardım. İnsan sevdiğini üzer miydi hiç, derdim. Sonra etrafıma bakardım, insanlar beni üzerdi. Beni sevmiyorlar demek ki diye düşünürdüm ama ben onları sevmediğim halde üzmezdim. Çok sonra anladım, bunun vicdan meselesi olduğunu. Vicdanı olmayanların arasında varolduğumu.

Birini üzmeye hakkı olmadığı halde üzenler vardı, işte bunlardı vicdan kelimesini unutturan.

Üzülmeyi bıraktığım zamanlarda, mutluluk denince aklıma gelen iki kişi vardı. Will ve Vance. O gün o piknikte eğlenmeleri, Will'ın Bay Lewis'e bulaşması, Vance'nin ona attığı laflara cevap vermesi ve her seferinde bu sabah bana anlattıklarınızı unutmadım iması yaparak beni yanında tutması, Vance'nin buna karşılık inatla yanıma gelmesi ve Will'in çıldırması ile geçen harika bir gündü.

Tabi, ısrarla bana bakıp benim onunla konuşmamı isteyen Bayan Lewis'i saymazsak. Piknik süresince bana bakmıştı ama ben bunu bilsem de özellikle ona bakmamaya çalışmıştım. Açıkçası onu yok saymıştım çünkü düşüncesiz bir şekilde bana verdiği o haberin önemli olup olmamasını hesaba katmadan söylemesine sinirlenmiştim. İlk başta çok ağlamış olsamda, anneliğin kutsal olduğunu, kan bağıyla olmadığını anlamıştım. Bunu anlamamı sağlayan ise annemdi.

Evet, üzülmüştüm ama benim için çok da büyük bir kayıp değildi. Onun mutsuzluğu olan bu durum, benim için anlık bir mutsuzluktu. Çünkü benim gerçek mutluluğum, kalbime çoktan yerleşmiş olan bu iki adamdı. Biri olmayan ağabeyim gibiydi diğeri ise sevdiğimdi. Yani aslında bende annelik duygusunun olmadığını da, bu olayla beraber öğrenmiştim. Çünkü ben, doğuracağım çocuğa annem gibi olmak istemezdim. Büyüdüğüm ev belliydi ve o evde olanlar ruhuma işlemişti. Yani, ister istemez çocuğuma da bunu yansıtırdım ve açıkçası bunun olmaması daha iyi olurdu.

Eğer olurda anne olmak istersem, bunu evsiz çocuklardan birine bakarak da yapabilirdim. Sadece 'doğuran' bir kadının elinden alıp sahip çıkacağım bir çocuğa, anneliğin en güzel duygusunu can bağıyla tattırabilirdim hazır olduğumda.

Çünkü ben, kan bağından olandan bir fayda görmemiş, can bağımdan olanlar için ölüme gidecek kadar sevmiştim.

Piknik olayından sonraki gün Bayan Lewis'e son uyarımı yaparak, önemi olmadığını ve bana öyle bakmamasını söylemiştim. Bu tavrı dikkat çekiyordu ve Vance bu durumu anlayabilirdi. Bunun olmasını istemiyordum. Düşüncesiz davransa dahi onun benim gibi olması, incilerle ağlaması, içimde bir yere yerleşmişti. O da bana bir daha bu konuyu açmayacağını ve özür dilediğini söylemiş, böylece konu üç gündür kesin olarak kapanmış ve eskisi gibi olmaya çalışmıştık.

Sakin bir günde, Lewis'lerin evinde otururken aniden kapının açılması ile irkilmiştim. Ben ve Bayan Lewis nefes nefese kalmış Will'e bakarken o oldukça endişeli duruyordu. Hızla ayağa kalkıp karşısına geçtiğimde Bayan Lewis de elindeki nakış işini bırakarak yanımızda durmuştu.

"Bu halin ne Will, ne old-" bileğimi tutarak beni yönlendirirken sözümü kesmişti. Aşırı endişeli hali bana da bulaşmıştı. Ne olduğunu bir türlü anlamıyordum.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now