31. Bölüm

62 11 2
                                    

Oy verir misiniz? :)

Hayatın sürprizler ile dolu olduğu falan yoktu, hayat hayattı. Yaşanan her şey mutlak bir sonuca varardı. Kimse geçmişte yaşamadığı bir şeyle kolay kolay karşılaşmaz veya olacakları değiştiremezdi. Yaşanacak bir son varsa, eninde sonunda seni bulur ve o sonu sana yaşatırdı. Belki de bu yüzdendir ki hayatı suçlayıp yaşadıklarını saymayanların çokluğu.

Bir gün kaderini değiştireceğini, hayatından kökünden kurtulacağını düşünenler vardı. Bunu, değiştirebileceğini düşünenlere hep üzülmüştüm. Ta ki, kendimin onlardan biri olduğumu anlayana kadar.

Ben, o mutlak sona yakındım. Belkide o son bendim.

Karşımda sırtını gördüğüm Vance, kardeşiyle konuşurken ağaca yaslanmış bir vaziyette onu izliyordum. Hava kapalı ve soğuktu, kollarımı göğsümde toplamış ısınmaya çalışıyordum. Keten hırkama sarılırken, Bayan Lewis'ın verdiği yün şal beni soğuktan koruyordu. Takvimlerle aram kötüydü, zira kendileri bana ocak ayının birinci gününü hatırlatıyordu. Sanırım kasım ayının üçüncü günündeydik, sonbaharın son ayıydı. İki ay kalmıştı. Aylardan kasım, 783.

Bir Ocak 784'ü yirmi saniye geçe.

Bizim kurtuluşumuz, Per. Bizim kurtuluşumuz.

Başımı sağa sola sallayarak düşünmemeye çalıştım. Düşünmemek benim için çok zordu, bu sıralar aklımdan dahi çıkmıyordu çünkü. Neler olacağını kestiremiyordum. Bir boşluktaydım sanki. Dün Christian'ın beni ve William'ı kin dolu gözlerle izlemesi, hiçbir şey demeden çekip gitmesi beni düşünmeye itiyordu. Will peşinden gitmek istese de izin vermemiştim, nefretini Will'e kusmasını istememiştim. Bir insanın, bir insandan bu kadar nefret etmesi mümkün müydü? Ben kimseden nefret etmiyordum, ne annemden ne ondan ne de o sesten. Nefret, güçlü bir duyguydu. Ve ben o gücü kendimde bulamıyordum.

Ya da kendimi nefretten saklıyordum.

Will, her zamanki gibi mezarlığa gelmemişti. Mezarlığa karşı tutumu neydi bilinmez, belki de abilerinin ölümünü görmekti. Hiç konuşmasak da sabah bizi uğurlar, akşam neşeyle karşılardı. Hiçbir şey olmamış gibi davranırdı, sanki biz mezardan değil de yürüyüşten dönmüşüz gibi. Halbuki olanlar ortadaydı, o sadece kendini kandırıyordu.

Mutlak sonu kimse değiştiremezdi, yaşanmıştı ve oradaydı.

Vance yavaşça ayaklanıp yanıma yaklaştığında gülümsedim. Gözlerinde kırgınlık vardı ama ona rağmen genişçe gülümsedi. Belime doladığım kolumu çekip onun kolunu sıvazladım. Eliyle bana yol gösterdiğinde başımı sallayıp ağaçtan ayrıldım ve mezara doğru yaklaştım. Tahtanın üzerine kazınmış B harfine bakarken, arkama bir bakış attığımda bu defa Vance ağaca yaslanmış beni izliyordu. Ona kısa bir an gülümseyip karşılık aldığımda ona sırtımı dönecek şekilde mezarın yanına oturdum. Yağmurdan nemlenmiş toprakta elimi gezdirirken derin bir nefes aldım. Üşümüyordu değil mi?

"Selam, Bert." Beni duymasını umuyordum, duyması lazımdı, duyuyordu. "Sana bir şeyler anlatmaya geldim." Dalgınca gülümsedim. "Vance ile bir ilişkimiz var. Aslında bunu sana biraz geç açıkladım çünkü Will'ın tepkisi ile uğraşmak zorunda kalmıştım. Biliyorsun onu az da olsa, bayağı başımızı şişirdi ama aramızda kalsın, kendisi gizliden gizliye seviniyor," Hafifçe kıkırdadım, "Sen olsan kesin çok sevinir, bana sarılırdın. Ama olsun, senin yanımızda olduğuna eminim. Biz seni göremesek de sen bizi hep görüyorsun."

Arkama bir kez daha baktığımda hala aynı şekilde beni izleyen Vance, bu kez dalgındı. Tekrar önüme döndüm. "Vance ile dün biraz yakınlaştık, umarım o anları görmemişsindir."

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now