9. Bölüm

193 24 6
                                    

Oy verir misiniz? :)

Hayatımda çoğu ilkimi yaşamamam, benim en büyük eksikliğimdi. Çocukluk arkadaşım olmadı, çocukken muhafızlar geldiğinde yanlarına gitmeye cesaretim olmadı, beni tanımıyorlardı çünkü muhafızlar Kralın yaşadığı kenttelerdi ve orası baya uzaktı. Orasının neresi olduğunu bilmiyordum elbette. Ama söylenilene göre uzaktı. Hayatımdaki eksiklikler saymakla bitmeyebilirdi. Çünkü hiçbir şey tamam değildi.

Peki hayvanlarla aram iyi olmasına rağmen neden daha önce bu müthiş duyguyu yaşamak için ata binmemiştim?

Sanırım ömrümün kalanını atta geçirmek istiyordum, ben inanılmaz sevmiştim. Ancak Vance için aynısını söyleyemezdim. Atı bulduktan sonra su içme ve tekrar erik toplama dışında hiçbir mola vermeden yolumuza devam etmiştik. Sabahın ilk saatlerinde çıktığımız yolda dümdüz gitmiş, hiçbir yere sapmadan ilerlediğimizde orman nihayet bitmişti. Ama bunun atın koşmasına rağmen akşam saatlerini bulması beni epey korkutmuştu.

Eğer Vance hırsız olmasaydı ve biz yürüseydik sanırım elli yaşımızda ormanın çıkışını bulurduk.

Tamam, belki otuz.

Orman bittiğinde düz bir yol belirmiş, ileriye baktığımızda bu kısa düz yolun sonunda evlere rastlamıştık sonunda. Vance atın birine ait olma olasılığı ile ormandan çıkmadan önce atı ormanın içine yollamıştı ve indikten sonra durmadan söylenmişti. Tıpkı şu an olduğu gibi.

"Benim bu bacaklarımın çektiği dert nedir anlamıyorum. Bir daha ata binersem iki olsun. Halime bak, pişik olmuş gibi yürüyorum. Tanrım, gerçekten çok ağrıyor!" dediğinde onu duymazdan gelerek önden ilerledim. Evet, bir ağrısı vardı ama benim için o at üzerindeki süre harikaydı.

Kafama atılan bir şeyle arkamı döndüğümde elindeki erikleri cebine koymaya çalışan Vance'ye baktım.

"Elimden kaydı, yoksa bilirsin sana vurmazdım." dediğinde yere düşen eriği alarak yüzünün tam ortasına fırlattım. Yüzünü ekşitti.

"Bir kere o eriklerin saatler önce bittiğini söylemiştin! Neden hala sende olduğunu sorabilir miyim, hırsız?" dediğimde yanıma geldi ve kolunu omzuma atarak yürümeye devam etti. Ağzına bir erik attıktan sonra cevap verdi:

"Sana kalsa hepsini yerdin, üstelik dünden beri sadece erik yiyoruz. Tek arkadaşım erik ağacına dönsün istemedim. Ayrıca zor gün eriği biriktirdim fena mı?" dediğinde cevap verecekken cebinden çıkardığı eriği ağzıma tıkarak engelledi.

"Şu an eriklerden daha önemli konumuz var İnci Tanesi. İkimiz de daha önce kentten çıkmadık, tabi çocukken daha maceraperesttim ancak yaşadığımız kenti sevince bir daha ayrılmamıştım. Şu an yabancı bir kente gidiyoruz, kimseyi tanımıyoruz ve açız. Ya para çalacağız yada ben senin kolyeni çalacağım." dediğinde gözlerimi açarak ona baktım ve elini iteleyerek kolyemi avuç içime aldım. Ağzımdaki eriği çiğneyip yuttuktan sonra cevap verdim.

"Aklından bile geçirme kolyemi, hırsız. O, bana kalan hatıra. Bu yüzden para çalmaya gidiyoruz." diyerek kenti gösterdim ve tekrar önden ilerlemek istediğimde geldi ve kolunu yeniden omzuma attı. Bu kez itelemedim.

Kolye, annemden kalan tek şeydi. Hayatım boyunca bana sadece bu kolyeyi hediye etmiş, kendisi gözlerimden akan incileri özenle delerek kalın bir ipten geçirmişti. Ucuna normal gözyaşımın boyutundan biraz daha büyük top inci, onunda ucuna uzun, şekli su damlasını andıran bir inci takmıştı. Sanırım onlarda benim gözyaşımdı, sadece annem şekil vermişti. Verirken, "Olurda bir gün incilerle ağlayamazsan, bari bir teminatımız olsun." demişti. Yine kendi niyeti için vermiş olmasına rağmen benim için bir hediyeydi ve onu kaybetmek istemiyordum.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now