25. Bölüm

100 11 9
                                    

Oy verir misiniz? :)

Derler ki insan, ruhu bedenini terk etmeden de ölebilirmiş. Zaten çoğu zaman düşündüren de budur, ruhu ölene mi zordur yoksa bedeni ölene mi?

Ölüm, çok değişik bir gerçektir. Ölmek isteyen insan, ölümle tamamen karşı karşıya olduğunu anladığında tereddüt edebiliyorken, hala ölümü isteyebilir insan. Korku çok şey yaptırır, keza ölüm korkusu da. Ancak bilinmeyen bir şey vardır ki, o da ölünün arkasında bıraktığıdır.

Kalan mı zorluk çeker giden mi diye bir soru olamaz, cevabı nettir. Kalana zordur. Gidenin bedeni ölmüştür, kalanın ruhu.

O gecenin sabahında Bert öldü.

Üzerinden çok geçmedi ama hala bu cümle ruhumda bir sızıya neden oluyor. O ses, beni tedirgin etmemişti çünkü aynı sesti. Bana incileri veren, beni banyoda gafil avlayan ve o gün beni, büyü konusunda uyaran ses. Nereden geldiğini artık düşünmek bile istemiyordum. Sadece, nasıl oluyor da her şeyi biliyordu, işte sorun da buydu. Her şeyi bilip beni uyarmayı(!) seven bu ses, neden bana yardımcı olmuyordu? Belki de artık bunun bile önemi yoktu.

O gece Bert daha da kötüleşmiş, terler atmaya başlamıştı. Vance onu kıyafetini değiştirmiş, Bay Jason'un getirdiği kıyafeti giydirmişti. Ben sürekli anlındaki ıslak bezle çıkan ateşini almaya çalışırken, Will sobanın içindeki ateşin sönmesine engel olmuştu. Bayan Mary'nin getirdiği haşlanmış kemik suyu çorbayı zorlukla içen Bert'in elini Vance bir an olsun bırakmamıştı. Gözlerinin ıslaklığına rağmen kardeşine gülümseyerek bakmış, ellerini öpmüştü.

Hiçbirimiz - yaşlı çifti söylemiyorum burada- uyumamış ve onun bir an önce iyi olması için yanında beklemiştik. Olmamıştı. Gözlerimizi Vance'nin acı dolu sesiyle Bert'e çevirdiğimizde gözleri kapalıydı, solgun dudakları hafifçe aralıktı ve ölümün acımasız rengi yüzünü çevrelemişti. O an Vance'nin ona sarılarak gözyaşları içerisinde özürler dilemesini, ömrüm son buldukça unutamayacaktım.

Zorlukla ondan ayrıldığında kardeşiyle yalnız kalmak istemiş ve onu temiz bir şekilde gömeceğini söylemişti. Will ile birlikte odadan çıktığımızda o da ağlayarak diğer odaya girmişti. Bende verandaya çıktığımda yere çökmüş, kendimi tutmamış ve ağzımdan çıkan ilk hıçkırık ile gözyaşlarına boğulmuştum. İnciler birer birer eteğimin üzerine düşerken o an, sadece Bert için ağlamıştım. İçim yanmıştı, tuhaf bir boşluk vardı. Onunla yeni tanışmıştım ama onun iyiliğini görmüştüm. İçindeki iyiliği ve Vance'ye olan sevgisini. O saf sevgiyi görmüştüm.

Ne kadar ağladığımı hesaplayamazdım, sakinleştiğim an incileri toplamış ve verandadan inerek evin yan tarafındaki toprağı eşeleyip içini koymuş ardından üzerini kapatmıştım. O an bile bunu düşündüğüm için kendimden hala ve hala utanıyordum.

Kapı açıldığında karşı evdeki yaşlı çift çıkmıştı, yanıma geldiklerinde kısaca anlattığım an Will ve Kucağındaki kardeşi ile Vance çıkmıştı. Ona temiz bir beyaz takım giydirmişti ve yanımıza yaklaştığında onun küçük ve cansız bedenine güzel kokular sürdüğünü fark etmiştim. Gözleri kırmızı bir şekilde Bay Jason'a bakmış ve kardeşinin mezarı için yer istemişti. İçim acımıştı, çok acımıştı. Ama eminim ki, Vance'nin acısının yanında benimki hiç kalırdı.

Çiftliğin birkaç mil ötesinde onların aile mezarlığı vardı. Oraya vardığımızda bir ağacın altına Vance tek başına mezarını kazma yardımıyla kazmış ve kardeşini yavaşça içine yerleştirmişti. Onun soluk yüzüne son kez baktığımda bile ölümün ne kadar acımasız olduğunu anlamıştım. Will kafasını omzuma yaslanmış sessizce ağlarken, bize evini açan çift birbirine sarılmış izliyorlardı. Üzerine tahtalar yerleştirdikten sonra kalan son topraklar da atılırken başının olduğu tarafa koyu renk bir tahta dikildi. Üzerine, Will'ın sonradan kazıdığı kocaman bir B harfi olan tahta.

DUDAKLARIN KARARACAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin