16. Bölüm

138 18 0
                                    

Oy verir misiniz? :)

Aklım, annemi sürekli bana hatırlatıyordu. Düşünüyordum, ne yapıyor? Bana muhtaç mı? Beni özlüyor mu? Sonra iç sesim bana cevap veriyor, belki de öz evladı olmadığım için benden kurtulduğuna seviniyordu?

Düşünceler, insanı boğuyordu. Hatıralar ise içini sıkıyordu. Ama düşününce, benim ne hatıram vardı ki? Annemle olan tek hatıram, onun bana ilk kez sarıldığı andı. Kokusunu anımsadım. Duman kokuyordu, yanık kokuyordu, is kokuyordu. O zaman neden insanlar konuşurken "Annem cennet gibi kokuyor." diyorlardı?

Cennet duman mı kokardı?

Hiç sanmıyorum.

O, belkide gerçekten beni doğurmuştu. Ama o anne değildi. Vance'nin Will'e dediği gibi, o beni hiç kalbinde beslememişti, hiç kalp gözüyle bana bakmamıştı.

İnsan, kendi canından kanından olana merhamet duymazsa, başka insanlarda onun canından kanından olana merhamet duymazdı.

Tıpkı yaşadığımız halkın yıllarca bana eziyet ve hakaretler etmesi, beni dışlaması, beni şeytan tohumu olarak görmesi gibi.

Will altı inci tanesini hala saklıyordu, şu an pişirdiği yumurtayı bir yerden çaldığına eminim. Çünkü herhangi bir paramız yoktu. Will incileri ne bize veriyor, ne de harcıyordu. Ona bari onları satıp bize bir şeyler almasını teklif ettiğimde ise hakaret duymuş gibi hayrete düşüyor, "Yanında iki hırsız varken alışveriş yapmayı teklif etmen, senin aptallığından!" diyerek benimle küsüyordu.

O inciler onda olduğu sürece tedirgindim ama bir yandan mutluydum. Gerçekten ihtiyacı olursa kullanacaktı ve bu beni avutan tek şeydi. Tabi kullanırsa!

Pişen yumurtayı, sofraya koydu. Açıkçası hepsi çalıntıydı. Domatesler, zeytinler, buğday ekmekleri, ay çörekleri... Ama yapacak başka bir şey de yoktu. Umurumda da değildi zaten.

Hep birlikte yemeğe oturduk. En iştahlı olan kişi Will'di. Zayıf bir bedeni vardı, uzundu ama hiçbir şekilde yediklerinin nereye gittiği belli değildi. Benden sadece bir el kadar uzundu. Vance ise ondan daha uzun ve yapılıydı. Will'ın sarı kıvırcık saçları ve mavi gözleri ona çok yakışıyordu. Burnunun üstünde çilleri vardı, geniş ve küçük bir burnu, kısa kirpikleri ve sarı kaşları vardı. Bir kulağının da üst kısmı delikti, onun içerisinden gümüşi bir halka geçirmişti. Ailesinden ona kalan bir hediye olduğunu söylemişti laf arasında, ben ve Vance'de bunu kurcalamamıştık.

"Ne giyeceğiz?" diye sordu Will. Ağzından zeytin çekirdeği çıkardı ve bir parça ekmek ağzına attı. "Kadının dolabından erkek ve kadın kıyafeti çıktı ama onlar neredeyse iki yüz yıllık gibi eski! Bizim yarınki balo için güzel kıyafete ihtiyacımız var." dedi.

Bunun üzerine Vance homurdandı. Gitmek istemediğini ikimizde biliyorduk ama bize geçerli bir sebep söylemiyordu, üstelik gitmeyen kişiye idam cezası varken. Onu anlamıyordum. Neydi bu derece rahatsız eden? Geçmiş olabilir miydi?

"Sanırım kıyafete ihtiyacımız var. Hadi incilerle kıyafet alalım." diye bir öneride bulundum. Bunun üzerine Will yakasındaki -kendisinin diktiği özel bir keseden bahsediyorum- keseye dokundu. İnciler oradaydı ve hangi kıyafeti giyerse çengelli iğneyle ona takıyordu keseyi.

"O kem gözlerini incilerimden çek. Çalmışsın ama bunlar benim." dedi. Gözlerimi kısarak ona baktım. Bu kadar da sahiplenmemeliydi, hadi ama gerçek anlamda onlar benimdi!

"Sarışın ne yapacaksın incileri?" diye alayla sordu Vance. "Ne oldu, hırsızlıktan mi korktun?" dedi.

"Asla! Ama bunlar gibi değerlisini bulamam. Hayatta vermem sana onları Perlacık." dedi. Yerimde kıpırdandım, rahatsız oldum. Onlar değerliydi ve bende çok fazla vardı. Eğer öğrenirlerse gerçekten böyle mi tepki vereceklerdi? Bu durum beni üzüyordu açıkçası.

DUDAKLARIN KARARACAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin