27. Bölüm

95 14 22
                                    

Oy verir misiniz? :)

Zamanın her derde deva olacağını söyleyenler, benim gözümde en büyük yalancı konumunda oldu. Zaman, bir derde deva olmaktan çok bizden alıp götürdü. Bizden alıp götürdüklerini sayarsak, zamanın bize hiçbir faydasının dokunmamış olduğunu, aksine zararda olduğumuzu görürdük zaten.

Bir de, zaman hiçbir an kötü anıları bizden almadı. O anılar, asla puslanmadı, mazide kalmadı. İçimize sızdı, bir sarmaşık misali bizi çevreledi. Ateş olsa bizi kül edecek anıları, zaman hiçbir an unutturmadı.

Zaman ne şifaydı ne de deva.

Zaman zehirdi ve ben bu zehirde boğuldum. Ben annem yüzünden de boğuldum.

Turuncuya çalan kızıl saçları ve açık kahve gözleri, aradan geçen aylara rağmen unutamadım. Beni odama kapattıktan sonra fısıldamalarını, bana boş gözlerle bakışını hiç silemedim zihnimden. Bana bakarken kaşlarını çatmasıyla anlında ve gözünün çevresinde daha belirgin olan kırışıklıkları, sanki şu an karşımdaymış gibi net olarak gözümün önünde. Onu bu süre içerisinde anmak istemesem dahi, o anılar bir yılan gibi zihnimde bir çukura kıvrılmış, mutlu anlarımda çıkarak orada olduğunu hatırlatmıştı.

Ben dört yaşımdaydım, annemin aşk dediği şey yüzünden parmağımı kaybettiğimde. Dört yaşındaki çocuğun masum hislerine aşk dendiğinde.

Ben on dört yaşımdaydım, hatırlamadığım bir erkek yüzünden en sevdiğim saçlarımı kaybettiğimde.

Ben yirmi üç yaşımdayım, aşık olduğum adamı unutmaktan korkar hale geldiğimde.

Korkuyordum çünkü annemin beni bulmasını, bana Vance'yi unutturmasını ve ona baktığımda hissettiğim kalp rahatsızlığının dahi yok olmasını istemiyordum. Hayatıma bundan sonra Vance'siz devam etmek istemiyordum. Çünkü ben, yalnızlığın ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.

Ve şu an bir kez daha annem yüzünden istemediğim bir andaydım. Bayan Lewis arkamda incilerle ağlarken yirmi dördüncü yaşımdan deli gibi korkuyordum. Yılbaşına iki buçuk ay vardı ve arkamda ağlayan kadın benim kaçtığım gerçeği tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Geçmiş hala oradaydı ve ben onunla yüzleşmeye hazır değildim, hiçbir zaman hazır olmayacaktım.

"İncilerle falan ağlamadım." diyen soğuk sesin benden çıkmış olmasına şaşırmıştım. O kadar nettim ki Bayan Lewis bir an duraksadı. Hala arkamda ayaktaydı ve aynadan ona bakıyordum.

"Gördüm diyorum Perla. Hatta o toprağı kazdım ve o incileri de gördüm. Neden inkar edi-" bir hışımla ayağa kalktığımda sandalye devrildi. Her ne kadar bakışlarımı boş tutmak istesem de içten içe kendimi yiyordum. Bayan Lewis'e döndüğümde iki adım kadar geri gitmişti ve kendi döktüğü incileri avucunda tutarak gözlerini silmişti.

"Ne dediğiniz hakkında en ufak bir fikrim dahi yok." Odanın çıkışına yönelirken söylediği ile yerimde durdum.

"Neden o zaman ben ağlarken hiç şaşırmadın?" Gözlerimi sıkı sıkı yumdum çünkü o an çok korkmuştum, rol yapabilirdim ama korkum daha üstün gelmişti ve kaçmak istemiştim. "Perla, ben bunu ilk defa sana anlatıyorum." gözlerimi açarak arkamı döndüğümde Bayan Lewis yatağa çökmüştü. Yutkundum ama ileri gidemedim.

"Sen benim gibisin ve belki aklımdaki soruları senin sayende yanıtlayabilirim." Hala sessiz durduğumu gören kadın sadece güldü ancak bu hissiz bir gülüştü. Ardından ayağa kalktı ve yerdeki kilimi kaldırıp, zemindeki tahtayı yerinden söktü. Ben onu izlerken o bir kutu çıkarıp incileri içine boşalttı, kutuyu koydu, tahtayı yerine yerleştirip kilimi örttü. Ne yapacağımı bilemiyordum ve bir karar vermem gerekiyordu. Belki de gerçekten onu dinlemeliydim.

DUDAKLARIN KARARACAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin