22. Bölüm

109 17 12
                                    

Oy verir misiniz? :)

Bu zamana kadar sevilmemiş insanlar bilir ki, sol yanları hep boş kalır. O insanlar birinden sevgi gördüğünde o sevgiye kanar, o sevginin menfaat mi, acıma mı, kötülük mü olduğunu bilmeden. Kanarlar işte. Öyle bir kanarlar ki seven kişi kötülük dahi yapsa kendi iyilikleri için olduğunu sanırlar.

Ben de böyleydim işte, annemden gördüğüm her muameleyi iyilik sanmıştım. Sonuçta beni seven başka biri yoktu, bir tek o seviyordu. Belki de onun niyeti sadece menfaatti, belki de mecburdu. Kestiremiyordum sevgisinin nedenini. O seviyordu, başka kimse sevmiyordu. Ne yaparsa yapsın sevgisindendi.

Ancak bu görüşümün ne büyük yanılgı olduğunu şimdi anlıyordum. Kimse seni seviyor diye dövmezdi, sevgi sövmek de değildi. Sevgi, karşıdakine kıyamamaktı. Onu arkada bırakmamak, onun iyi ve kötü her gününde yanında olmaktı.

Sevgi merhametti.

Merhameti yoksun insanların muamelesini sevgi sanmak, acizlikti.

Ben bu kadar aciz olduğumu, yeni anlıyordum. Vance ve Will'e duyduğum sevgi ile anneme duyduğum sevgi de farklıydı hatta. O annemdi ve sevmeye mecburdum. Bu kişiler arkadaşımdı -tamam, Vance arkadaştan öte olabilir- ve onlara duyduğum sevgi bana sonsuzluğu anımsatıyordu. Sevmeye mecbur değildim, ben sevgilerini kalbime yerleştirmiştim. Onlar da beni seviyordu, hissediyordum, ama onlar beni ezip büzmüyor, dövmüyordu.

Uzun süren yürüyüş yüzünden yorgun düşmüştük. Will yol boyunca çantanın ağırlığından söylendi, sızlandı ve yer yer kendini yere attı. En sonunda kucağında kardeşini taşıdığı için bir kez olsun sızlanmayan Vance, William'a gülümseyerek baktı ve bir ağacın altına oturdu. İleride dediklerine göre bir dere vardı ve etrafından geçmemiz mümkün değildi. Bu yüzden dinlendikten sonra derenin içinden geçmek zorundaydık, en azından akşam olmadan karşıda olmak faydalıydı.

Vance kardeşini oturttuğunda, bize minnetle gülümsedi. Hepimiz Bert'in yanına oturduğumuzda, Will çantasından yiyecekleri çıkarmaya başladı. Yere serdiği bez parçasına közlenmiş biber ve patlıcanları, kokusundan keçi sütlü olduğunu anladığım peyniri, salatalıkları ve buğday ekmeklerini çıkardı. Hepimiz açtık, bu yüzden yemeğe hemen koyulduk. Yemek yediğimiz sürenin sonunda artıkları ve örtüyü topladığımızda Vance bir anda konuşmaya başladı, bakışlarım ona yöneldi.

"Christian, Kralın öz kızlarından biri, Bert'in öz ablası." dediğinde şaşkınlıkla dönüp Bert'e baktığımda kafasını salladı. "Krallık için oğlan varis lazımdı, maalesef ki üç kızı olunca Kraliçe kabul edemedi ve onları sürgün etti. Sonradan öğrendim ki diğer ikisi öldürülmüştü, Christian'ın halkı Kralın kızı olduğu için tehdit ettiğini görünce şüphelendim ve haklı çıktım. Bana bir gün her şeyi anlattı, kardeşlerinin ölümünü, kendisinin kurtuluşunu. Annesinin, Bert doğduktan sonra intihar etmesini." bakışlarım Bert'e kaydığında hiçbir duygu yoktu, üzgün değildi. "Christian, benimle yaşıt. Ama benim kralın oğlu olduğumu bilmiyordu şimdiye kadar." Dediklerini sindirdikten sonra aklımı karıştıran o soruyu sordum.

"Neden ondan para alıyordun o zaman?"

"Onun zorla para aldığı insanlara geri verebilmek için, çünkü Christian tehditlerini hiç bırakmadı." Uzun bir sessizlik oldu, kimseden çıt çıkmıyordu. Herkesi derin düşüncelerden, onun acı dolu sesi çıkardı.

"Ölmek istemedim." Söylediği sadece iki kelimeydi, ancak bu iki kelime iki asır gibiydi. Uzundu, acıydı ve yaşanmıştı. Zorlukla yutkunduğumda o hiçbirimize bakmıyor, gözlerini yerden ayırmıyordu. "Duydunuz işte, zamanında Kralın yaşadığı yasak ilişkiden doğdum." dediğinde sözünü keserek çekinceli bakışlarla Bert'e ve ona baktım.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now