|||□□□□□□□

622 62 32
                                    

Boynumun ağrısıyla uyandığımda kendimi arabada bulmuştum. Etrafıma baktığımda karşımda deniz duruyordu. Boş boş denize bir süre baktıktan sonra aklıma Seul'de deniz olmadığı gelmişti. Neredeydim ben? Asıl soru buraya nasıl gelmiştim ben? Kendi kendime içimdeki cevapsız soruları cevaplamaya çalışırken  telefonumun çalmasıyla sıçramıştım.

"Chanyeol sonunda!" Telefonu açtığımda sesim heyacanlı ama kırgın çıkmıştı.

"Baram sen neredesin?" Sesi sinirli geliyordu. Ne yapmıştım bilmiyordum. 

"Bağırma lütfen zaten başım ağrıyor."

"Sana neredesin diye sordum Baram."

"Üç gündür mesajlarıma geri dönmüyorsun, aramıyorsun, aradığında ilk sorduğun soru bu mu Chanyeol?"

"Baram bunları görüştüğümüzde konuşabiliriz. Sana nerede olduğunu soruyorum."

"Bilmiyorum!" Tam bağırırken telefonumun kapanma sesini duymuştum. Tanrı biliyordu ya istesem böyle zamanlamayı tutturamazdım. Sinirle arabadan çıkıp deniz havasını içime çektim. Sonra denize yaklaştıkça içimde biriken şeyleri dökmeye başladım. Bomboş sahilde bağırıyordum.

"Senden nefret ediyorum Park Chanyeol! Doktor olmaktan nefret ediyorum! Alkolden nefret ediyorum! Her şeyden nefret ediyorum!" Bir anda kuma çöktüğümde öylece kalakalmıştım. Artık ne ağlayasım vardı ne de sinirim. Denize baktım ve baktım. Uzun bir süre gözlerimi hiç ayırmadan baktım. Hiçbir şey düşünmüyordum. Gücüm yoktu düşünmeye. Dün geceden hiçbir şey hatırlamasam da buranın Busan olduğunu biliyordum. Busan'nın neresi olursa olsun burayı tanırdım. Kokusu bile benim için farklıydı. Ayrıca sarhoşken başka bir yere gideceğimi de sanmıyordum.

Ayağa kalkıp üstümdeki kumları temizledim. Saate baktığımda saat üçe geliyordu. Bugün neredeyse bitmişti. Arabaya gidip, arabayı çalıştırdım. Ve mezarlığın önüne kadar sessizlik içinde geldim. Mezarlık bomboştu. Hafta içi kimse ziyarete gelmezdi. Herkes kendi hayatının yoğunluğunda boğulmaktaydı. Bende dahil olmak üzere.

"Merhaba anne ben geldim. Buket alamadığım için de üzgünüm. Biliyorum daha önce gelmem lazımdı. Ama her zaman yoğun olduğumu biliyorsun. Ve ben... İşler yolunda gitmedi. Söylemeye gücüm yetmiyor. Bildiğini biliyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Chanyeol da telefonu suratına kapattığımı düşünüyor olmalı ama şarjım bitti. Neden her şey üst üste gelmek zorunda ki?" Toprağı okşamıştım.

"Tekrar geleceğim anne. Min Joon sık sık geliyor o yüzden yalnız hissetmiyorsundur." Gözümden düşen yaşı sildikten sonra arabaya binmiştim. Daha fazla konuşmaya gücüm yoktu. Saate göre Min Joon hala okuldaydı. Buraya geldiğime göre onu görmeden dönemezdim. Okuluna gittiğimde öğrenciler dışarıda dolanıyordu, tenefüste olmalılardı. Ama telefonum olmadığı için nasıl Min Joon'a ulaşacaktım?

"Baram noona?" Kafamı çevirdiğimde bir oğlan bana sesleniyordu.

"Benim ama..." Sesim o kadar kararsız çıkmıştı ben bile şaşırmıştım.

"Ben Min Joon'un arkadaşıyım." 

"Ah! Min Joon şuan nerede biliyor musun? Ona ulaşamadım da."

"Kantine gitti. Ben çağırıp geleyim."

"Teşekkür ederim." Beni fark eden kızların fısıldaşmasını duyuyordum. Kötü gözüktüğümün farkındaydım bu yüzden fotoğrafım çekilmeden arabada beklemeye karar vermiştim. Ertesi gün haberlerde dağılmış halimin çıkmasını kaldıramazdım. Torpido gözünden aldığım güneş gözlüğünü takıp Min Joon'un gelişini izledim. Arabadan inip ona sarıldığımda şaşırmıştı. 

Vin Rosé || Park Chanyeol ✔Where stories live. Discover now