(0.3)-Sıfırın inancı

2.8K 186 35
                                    

Fakat herkes biraz ölmüş değil miydi?

*
^ Bahadır Sağlam - Sınırımız gökyüzü
^ Ezginin günlüğü - Herkes gibisin

*

Kaldırımda sessizce yürürken bana ayak uyduran diğer beden, parkelere odaklanmıştı. Ona baktığımda saçlarının her zamanki gibi alnına düştüğüne tanık olmuş, gülünce kısılan gözleri onu izlediğimi fark ederek beni bulduğunda önüme dönmüştüm.

O bahçedeki tanışma faslından sonra ben derse girmiş, Toprak da işi olduğunu söyleyerek gitmişti. O günün üstünden bir hafta geçmişti. Bir haftadır yeni arkadaşım olan Toprak çalıştığım kafeye hep aynı saatte geliyor, üç bardak çay içiyor ve hesabı ödeyip gidiyordu. Kantinde ders aralarında da her seferinde karşıma oturuyor, gülümseyerek sessizce beni izliyordu. Onu anlamak doğrusu güçtü. Kötü niyetli biri olmadığına emindim ama onda bana gizemli gelen bir ışık vardı. Bir insanın bu denli hayat dolu olmasını yadırgamak belki kendi tuhaflığımdı ama bu her neyse onunla kafamı meşgul etmeme neden oluyordu.

Okuldan çıktığımdan beri de sessizce benimle yürüyordu. Aslında bu da rutinleşmeye başlamıştı. Beraber üniversiteden çıkıyor, benim pansiyonumun önünde ayrılıyorduk. Arkadaş olarak ilan etsek de kendimizi herhangi bir şey paylaşmışlığımız yoktu. Dürüst olmak gerekirse geçen bu zamanda birbirimize karşı sessizlik duvarı ördüğümüz de bir gerçekti. Dün, dayanamayıp Toprak'a neden yanımda sustuğunu sorduğumda bana bilgiç bir tavırla 'Çünkü insan birinin yanında susmasını da kabullenmeli.' diyerek ağzımın payını vermişti. Onun hiçbir zaman anlamayacağıma bahse girebileceğim bakış açısına göre sessizliğe katlanabilmek dostluğun önemli adımlarından biriydi. Ben bunu daha önce kimseden işitmediğim ve bizzat tatmadığım için haliyle pek yorum yapamıyordum.

Pansiyonun önünde durduğumuzda elini ceplerine atarak ceketine sarıldı. "Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Aslında onunla arkadaş olmayı kabullendiğimde Toprak hakkında ön yargılarımın çoğunu bir kenara bıraksam da yakında benimle takılmaktan sıkılarak beni herkes gibi terk edeceğini düşünmüştüm ama bir haftadır olduğu gibi yine bana gülümseyerek el sallarken hiç de sıkılacağa benzemiyordu. Ben içeri girdiğimde Toprak da ilerlemeye devam etti. Bir saate barda olmam gerektiğini hatırlayarak üstümü değiştirdim. Kalın bir kazak ve pantolon giyerek paltomu üzerime geçirdim. Dışarı çıkıp hava kararmadan mekana ulaştığımda henüz burası açılmamıştı. Ufuk ve Anıl ağabeyi bir masada tavla oynarken bulduğumda yanlarına gittim. "Merhaba," dedi Ufuk zarını atarak. Anıl ağabey de beni selamladı.

"Merhaba," diye karşılık verdim. Yerime geçtiğimde çok geçmeden Ufuk her zamanki gibi heyecanla ayağa kalktı ve "Yine ben kazandım." diye sevinçle haykırıp tavlayı kapattı. Anıl ağabeyin koltuk altına koyulan tavlaya bakarken gülerek başımı iki yana salladım. Ufuk, burada benden daha eskiydi ve geldiği günden bu yana sürekli Anıl ağabey ile tavla oynarlardı. Hatta bana da oynamayı öğretmişti ama Anıl ağabey bildiğini iddia etse de şimdiye dek hiç Ufuk'u yenememişti. Sürekli koltuk altında taşımaya mecbur kaldığı tavla da onun emaresi haline gelmişti. Homurdandı.

"Zar tutuyor olmalısın."

Ufuk otuz iki diş sırıtarak yanıma geldi ve "Akıllanmayacak," dedi ikimizin duyabileceği bir sesle. Ona katıldım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde mekan iyice kalabalıklaşırken siparişleri yetiştirmekte zorlanıyordum ve bu yetmezmiş gibi iyice sarhoş olan genç bir müşteri bara yaslanmış, aşık olduğu kızdan bahsediyordu. "Onu o kadar çok seviyorum ki," dedi yayık bir şekilde. Anlaşılan o da barmenlerin iyi dert ortakları olduğu efsanesine inananlardandı. Onu bozmadım. Dilediğini anlatmasında bir sakınca yoktu. "Dünyanın en şanslı adamı gibi hissediyorum bazen." Yutkundu. Yüzünde içten bir gülümseme vardı. Sonra birden o gülümseme soldu. "Ama o beni fark bile etmiyor." dedi. Gözleri gözlerime dikildi. "İnsan sevince sevilmeyi bekliyor. Hep karşılık bulmayı umuyor ama ben ona açılmaya cesaret edemiyorum."

İkinci TekilDonde viven las historias. Descúbrelo ahora