(3.3)-Üçün aşka selamı

1.2K 138 47
                                    

Sevgi gerçekse acı yalnızca bir kalıptır.

*

^ Redd - Nefes bile almadan
^ Selami Şahin & Burcu Güneş - Bir tek kadın sevdim

*

Yirmi birinci yaşımın bana kazandırdığı sorumluluklardan biri cesaretti. Ben, hiç tanımadığım bir şehre gittiğimde yirmi yaşındaydım ama o şehirde yaşamayı kabul ettiğimde üstünden aylar geçmişti. Biliyordum, bundan sonraki hayatımda daima bir şekilde oraya gidecek ve kardeşimle hasret giderecektim. Bunun bedeli buradaki sevdiklerimden uzaklaşmak olsa da artık Toprak'ın ilk gördüğü o kız değildim ben de. Ayrılmaya cesaret edebiliyordum çünkü birlikteyken geçirdiğimiz zamanın kıymetini anlamıştım. Bağlanmaya da vardı cesaretim çünkü kopmak pahasına birine tutunmanın insanın yaşamasının esas nedeni olduğunu artık biliyordum.

Şimdi, hayatımdaki yerleri tartışılmaz olan insanlarlaydım işte. Oturmuş, hep beraber oyun oynuyorduk. Dünkü gelişimin şokunu üstlerinden attıktan sonra sanki hiç gitmemişim gibi kaldığımız yerden devam etmeyi seçmişlerdi. Ben de büyük bir mutlulukla onlara ayak uydurmuş, hayatımı bıraktığım gibi bulmanın onuruyla baş başa kalmıştım. Hepsi büyümüştü ve bedensel olarak değişmişti illa ki ama en büyük değişiklik Müge ve Eymen'in parmaklarındaki yüzüktü. Gözüm yüzüklerine her çarptığında birbirlerine itiraf etmekte zorlandığı hislerinin onları bu evreye getirmesine bir kez daha şaşırıyordum. Dün gibi hatırlıyordum onların aralarını yapmak için mezuniyet gecelerinde Barış'ı nasıl oyalamaya çalıştığımızı. Hatırladığım diğer şey de Toprak ile aklımdan hiç çıkmayan o dansımızdı doğrusu. Giderken cebimin kenarına sıkıştırdığım birkaç resmi tüm senemi geçirme sebebimdi aslında. İç çekerek koltukta geriye yaslandığımda oyunumuz da bitmişti. Müge, yanıma attı kendini ve "Sen çok zayıflamışsın İdil." dedi.

Barış oradan lafa atıldı. "Bence sen de biraz zayıflasan iyi olur Müge." Munzurca kıkırdadı. "Yoksa o çok giymek istediğin gelinliğin içine sığamayacaksın."

Müge'nin gözleri büyürken Toprak içtiği çayı püskürterek gülmeye başladı. Arkadaşının ters bakışlarını gördüğünde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırsa da eğlendiği belliydi. Savaş ve Eymen aynı anda Barış'ın ensesine birer tokat yapıştırdı. Müge ise kıpkırmızı olmuştu. "Sen de dikkat et o zaman ağabey!" dedi hışımla. "Yoksa senin Damla seni beğenmez, benden söylemesi." Gözlerini kıstı. "Ben işi garantiledim," diyerek yüzüğünü ağabeyinin gözüne soktuğunda kızarma sırası Barış'taydı. "Ama sen hala tehlikedesin."

Bu kez ben gülmeye başladım. Müge ile ellerimizi birbirine vurduğumuzda Damla'nın kim olduğunu merak etmiştim. Arada sohbetlerimizde de adı geçiyordu ama Müge ne zaman onun dedikodusunu yapacak olsa Barış bir yerlerden çıkıp onu engelliyordu. "Kim bu Damla, Barış?" diye  imayla. "Bir şeyler varsa bilelim yani."

Barış kardeşiyle uğraşmayı kesip bana baktı. İyice utanmıştı. "Ya, bari sen yapma İdil. Damla, çalıştığım okulda Edebiyat öğretmeni." Güldü. "Yani tamam hoş kız ama bir şey olduğu yok, hepsi bu cadının abartmaları."

Müge tek kaşını kaldırdı. Daha önce bunu beceremiyordu ama anlaşılan ben yokken yaptığı alıştırmalar işe yaramıştı. "İstemem yan cebime koy, diyor kendisi İdil. Ama kızı görmen lazım, öyle öğretmenim olsa ben bile edebiyat derslerini severdim."

Savaş gülerek göz devirdi. "Müge, lisedeyken edebiyat derslerini zaten severdin."

Müge ağabeyinin onu bozmasına aldırmadan saçını geriye attı. "Daha çok severdim o zaman."

İkinci TekilWhere stories live. Discover now