(3.2)-Üçün zamanı

1.1K 133 6
                                    

Sen ölürsün, ben ölürüm, herkes ölür. Ama adımız sonsuza kadar yaşar.

*

^ Ezginin günlüğü - Ayrılık kapısı

*

Gözlerimi telefonumun ekranına dikmiş karşımdaki yüze bakıyordum. Egehan "Abla seni çok özledim." diye mırıldanırken sesi heyecanlıydı. "Bugün okulun ilk günüydü. Biliyor musun bir sürü arkadaş edindim. Haklıymışsın. Hem onlara senden de bahsettim." Gülümsedim. Kardeşim gideli iki gün olmuştu. Bu iki günde sürekli onu düşünmüş, onsuzluğa alışmayı denerken kendimi fotoğraflarımıza bakarken bulmuştum. Her gün görüntülü konuşuyorduk ama bu ikimize de kafi değildi. Bundan bir yıl önce kardeşimle aramda böylesine özel bir bağ kurulacağını söyleseler gülüp geçerdim ama olmuştu. Egehan, tek başına yüreğimin yarısını alıp götürmüştü. "Fotoğrafını kalemliğimde taşıyorum," diye sürdürdü konuşmasını. "Seni gösterince hepsi ne kadar güzel olduğunu söyleyip durdu. Hatta bazıları kendi ablalarından da bahsetti ama bence hiçbiri senin kadar güzel ve iyi değil."

Dişlerimi göstererek "Öyle mi?" dedim. "Ben de senin fotoğrafını çantamda taşıyorum. Seni özledikçe resmine bakıp öpüyorum sulu sulu." Egehan mutlulukla el çırptı.

"Abla, annem seninle konuşmak istiyor. Yarın görüşürüz."

"Görüşürüz canım." Telefonu Esin abla aldı. "Nasılsın abla?" diye sordum. "Yaramazlık yapmıyor değil mi?"

"Seni şimdiden çok özledi," diye güldü Esin abla. "Birbirinize bu kadar bağlanmanızı beklemiyordum açıkçası ama bu beni çok mutlu ediyor." Gülümsemesi büyüdü. "Gelecek yaz için planlar yapmaya başladı bile."

Ben de güldüm. "Bir kardeşim olduğunu kabullenmek istemezken tüm bunlar bana da ilginç geliyor," diyerek yatağımda bağdaş kurdum. "Ama kader işte, dilimiz bağlanıyor ve ona ayak uyduruyoruz bazen."

Esin abla başını salladı. "Doğru." Bir süre bekledi. "İdil, eğer istersen buraya her zaman gelebilirsin, bunu bilmeni istiyorum. Sezgin ile arandaki meselenin ciddiyetini biliyorum ama burada senin bir ablan ve kardeşin de var, bunu unutma."

"Unutmam." dedim.

"O zaman sonra görüşürüz tatlım," dedi. "Ben gidip Ege'yi uyutayım."

Gözlerim dolarken "Onu benim yerime öp lütfen." diyerek veda ettim ona. Telefonu kapattığımızda başımı yastığa koydum.

Ondan sonraki günlerim de böyle geçti. Okulum başladıktan sonra yoğunluğum iyice artmıştı ama her gün Ege ile konuşmayı ihmal etmiyordum. Gün geçtikçe annesi onun beni özlediğini ve bunu huysuzluk olarak yansıttığını söylüyordu. Gerçekten de Ege ile telefonda konuşurken bile anlayabiliyordum bunu. Fakat sonrasında Ege'nin davranışları daha da şiddetlendiğinde ve ailesi onu zaptedemez olduğunda işler karışmıştı. Annesinin anlattığına göre bazen uyurken benim ismimi sayıklıyor, benimle yaptığı kekleri özlediği için annesinden kek yapmasını istiyordu ama Esin ablanın yaptıklarını beğenmeyerek ağlamaya başlaması çok sürmüyordu. Benimle yaptıklarını istemesi güzeldi ama onun küçücük yüreği bunu büyütüyor, canını sıkıyordu. En son annesi Ege'nin yağmur altında kaldığını ve oldukça ateşlendiğini söylediğinde tüm gurumu ve inadımı bir kenara bırakarak ilk otobüsle İstanbul'da bulmuştum kendimi. Babam havaalanından beni almıştı. Onunla soğuk bir selamlaşmadan başka hiçbir şey yapmamıştım ve ilk defa geldiğim bu şehri inceleme gereksinimi bile duymadan heyecanla kardeşimi görmeyi beklemiştim. Babam ben onunla iletişim kurmasam da Ege'den bahsettiğinde tüm dikkatimi ona vermiştim. Ege'nin benim buraya geleceğime dair inancı kalmadığı için böyle kötü hissettiğini söylediğinde kendime de kızmıştım ama en büyük kızgınlığım babama olmuştu. Eve gidip onu gördüğümde küçük kardeşim ateşler içindeydi. Beni görünce o haline aldırmadan gülümsemesiyse aramızdaki bu bağın istesek de bozamayacağımız kadar güçlü olduğunu kanıtlamıştı.

İkinci TekilWhere stories live. Discover now