(4.1)-Dördün yası

1.1K 116 44
                                    

Biri ölürdü, arkasında bıraktığı herkesten bir parça yanına gömülürdü.

*

^ Şebnem Ferah - Hoşçakal
^ Şebnem Ferah - Sil baştan

*

Dizlerimi kendime çekmiş, oturuyordum. Sırtım Toprak'ın yatağının başlığına dayanmıştı. Dolu dolu olan gözlerim bir o kadar boş bakıyordu. Yüzümde yaşadığıma dair hiçbir mimik yoktu. Toprak'ı dün gömmüştük. O an, onunla birlikte, üstündeki gelinlikle İdil de ölmüştü. O, orada yalnız değildi. Toprak'ın cennete gittiğine tüm kalbimle inanıyordum inanmasına ama yine de sol tarafımdaki acı bana cehennemi tattırıyordu. Olmazları olan biri olmuştum hayatım boyunca. Her acı çekişimde, her pes edişimde, her yalnız kalışımda olmazlarımı Toprak oldurmuştu sonra. Ama artık yoktu. Bunu kabullenmek öyle zor geliyordu ki düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Taziye olduğu için gelip giden çok oluyordu. Defne anne, paramparçaydı ama Burcu ve Sevda teyzelerin desteğiyle onları ağırlamaya çalışıyordu. Herkes perişandı, gördüğüm herkesin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Arada bir Barış'ın hıçkırıklarını işitiyordum yan odadan. Ben ise... Ruhumu kaybetmiş gibiydim. Göğsümdeki acı öyle tazeydi ki bununla baş etmeye bile çalışmıyordum. Dün beni kucağında taşıyanın Savaş olduğunu hatırlıyordum ama devamında bedenim uyanık olsa da ruhum ölüm uykusuna yatmıştı.

Susadığımı hissettiğimde iç çekerek ayağa kalktım. Bir robot gibiydim. Odadan çıkıp mutfağa geçtiğimde titreyen ellerimle su bardağını aldım. Sudan bir yudum aldığımda boğazımdaki yumru buna izin vermedi. Onsuz nasıl devam edecektim? Bu soru her an aklımdaydı ve bir fare gibi zihnimi kemiriyordu. Öfkeyle bardağı yere fırlattığında kimin değiştirdiğini bilmediğim üstüm ıslandı. Çıkan ses kalbimin parçalanma sesine benziyordu.

Mutfağa hızla birileri girdiğinde kafamı yavaşça kaldırdım. Gözlerim ıslaktı ama yüzümdeki o kasıntı ifadesizlikten kurtulamıyordum. Savaş ve Müge beni gördüğünde çenem titredi. Dişlerimi sıktım. Bugün hayatımın en mutlu günlerinin başlangıcı olabilirken içine düştüğüm bu durumu kabullenemiyordum bir türlü. Hayat çoğu kez bana kazık atmıştı ama bu çok ağırdı. Bu, hiçbir insanın kaldıramayacağı kadar ağırdı. Hiçbir şey demeden Savaş'ın omzuna çarparak rastgele bir kapıdan içeri girdim. Salondu burası. Gözler üstüme çevrilirken titremem arttı. İnsanlar bana acıyan gözlerle bakarken nasıl titremezdim ki sahi? Benim hiçbir şeyde gözüm yoktu. Sadece mutlu olmak istemiştim. Ben yalnızca sevdiğim adamla yaşamak istemiştim. Annemin yorgun bedeniyle gözlerim kesiştiğinde onun bakışlarındaki acıya kendi acımla karşılık verdim. Yüreğimdeki tüm şeytanlar, hatta melekler bile isyan ediyordu. Bu acıya hazır değildik hiçbirimiz. Diğerlerine buğulu gözlerimle baktığımda tanıdığım, tanımadığım yüzler buldum karşımda. Boğazımda bir daha hiç geçmeyeceğini bildiğim o düğüme bir tane de ben attım. Ellerim kulaklarımı buldu bana baş sağlığı dilediklerinde. Sorsalardı başımın sağ olmasını istiyor muyum diye, asla derdim onlara. Ben ondan sonra sağ kalmak falan istemiyordum. Gelinliğim kefen olmuşken, ruhum parçalarına ayrılmışken tek istediğim buna bir son vermekti. Geri geri giderken sırtım bir gövdeye çarptı. Onu umursamadan koşarak Toprak'ın odasına girdim ve kapıyı kilitledim. Saatlerdir koşmuş gibi nefes nefese kalmıştım. Acı insanı soluksuz bırakır mıydı sahi?

Yutkunmayı denedim amansızca. Yutkunamadım. Nasıl yutkunurdum bundan böyle? Hafızam sıfırlanmış gibiydi. Toprak'ın ani gidişi beynimi dağıtmıştı. Duygularım o kadar karışıktı ki ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum. Kulaklarımdaki ellerimi indirdim. Ne demişti bana? Son sözü ne olmuştu?

Özür dilerim.

Acıyı hiç tatmamış biri değildi İdil. O, acılar içinde büyümüş bir kız çocuğuydu. Hayatına fırtına gibi giren Toprak, ona mutluluğu tattırmıştı ama. Zavallı İdil o kadar alışmıştı ki mutlu olmaya, üstünde yürüdüğü bulutlar birden yok olup onu yere çakılmaya mahkum bıraktığında bunu kaldıramamıştı. Kaldıramamıştım. Gözlerim fotoğraflarımıza kaydı. Yavaşça resimlerimize yaklaştım. Buraya ilk geldiğimde bana yabancı olan bu duvarların her köşesinde bize ait bir iz vardı şimdi. Biliyordum, Savaş yine sakinleştirici verdiği için çığlık atıp hüngür hüngür ağlayamıyordum ama bu gözyaşlarımın akmadığını göstermiyordu. Toprak haklıydı. İnsan içine de ağlardı, hatta en çok yüreğine ağlardı. Parmak uçlarımla ikimizin yan yana olduğu bir resme dokundum. Beraber çatıda, karların ortasında çekmiştik bunu. Hatırlıyordum o günü. Bana özgür olmayı öğretmişti. O gün bir kabus görmüştüm ve Toprak tek bir gülüşüyle kabusumu unutturmuştu. Fakat ya şimdi? Yaşadığım bu kabustan onsuz nasıl uyanacaktım?

İkinci TekilWhere stories live. Discover now