(4.4)-Dördün çizgisi

875 95 1
                                    

Yıkılmaz sanılan duvarlar bile tek bir dokunuşla dağılabilirdi.

*

^ Kurtalan Express -  Kol düğmeleri

*

Her davranışın sonuçlarını o davranışın kendisi doğurur.*

Gözlerim bu yazıda dolanıp duruyordu. Gelirken Toprak'ın en sevdiği kitap olan 1984'ü yanıma almıştım ve onun altını karaladığı cümlelerde göz gezdiriyordum. Bana bu kitaptaki bazı sözlerin inançlarını artırdığını söylediğini dün gibi hatırlıyordum.

Akşam olmuştu. Cenk ve ben evin iki ayrı odasında kalıyorduk. Dün eve aldığı iki koltuk ve birkaç ıvır zıvır -bunları nasıl bu kadar kısa sürede temin ettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu- haricinde ev hala boş sayılırdı. Burada kalmayı ben yeğlemiştim çünkü biliyordum ki burası kimsenin aklına gelmezdi.

Gözlerim dalgınca yanda duran fotoğraf makinesine kaydı. Bunu da yanıma almıştım. Aslında çok şey yoktu yanımda. Onun son günlerinde giydiği bir tişört, yanından ayırmadığı fotoğraf makinesi ve bana verdiği iki mendil vardı ondan geriye kalan. Toprak'a ait hiçbir şey almamaktı aslında niyetim ama nefsime yenik düşmüştüm bir kere. Ellerimi uzatıp makineyi kavradım. Çekilen fotoğraflara bakmaya başlarken içimdeki acıya aldırmamayı denedim. Bu er geç öğrenecektim ne de olsa.

Bir fotoğrafta, Toprak ile ben vardık yalnızca. Mezuniyet balosundaydık. Ben üstümde siyah, uzun elbisemle karşısına geçmiştim. Uzun siyah saçlarım omuzlarımdan dökülüyordu. Yeşil bakışlarım onun mavilerindeydi. Birbirimize bakarken çekmişti bunu Müge. Gayet iyi hatırlıyordum. Elim istemsizce saçlarıma gitti. Buna alışmak benim için zor olacaktı. Gerçi Toprak'ın ölümünden sonra ne kolay olmuştu ki? Başka bir fotoğrafta ona sımsıkı sarılmıştım. Bana evlenme teklifi ettiği geceydi. Teklifini kabul etmiş ve kollarımı hiç bırakmayacakmışım gibi boynuna sarmıştım. Mutluydum. Hiç ölmeyecekmişiz gibi canlıydım. Diğer fotoğrafta hep beraberdik. Diğerine geçtim. Burada da ikimiz vardık işte. Sırtındaydım. Benimle koşturuyordu. Kollarımı iki yana açmış, mutluluğumu haykırıyordum göğe. Ne tuhaf, insanın sevinci pamuk ipliğine bağlıydı. Bir şey oluyordu, mutluluğumuz sadece anılarda olan, tadını unuttuğumuz bir olguya dönüşüveriyordu.

Oturduğum koltuğun kenarına bir bardak çay konduğunda irkildim. Fotoğraflara bakarken hatıralara dalmıştım. Başımı kaldırıp baktığımda Cenk elindeki çay bardağıyla karşımdaki koltuğa attı kendini. Benim için de çay getirmişti. Çayın bana çağrıştırdığı insan daima Toprak olarak kalacaktı. Hiçbir şey demeden çayımdan bir yudum aldım. Cenk ise sessizce beni izliyordu. "Bir sorun mu var?" Cenk'e bunu sorduğumda başını iki yana salladı.

"Yoo, hayır, sorun falan yok." Omuz silkti. "Sadece düşünüyordum."

"Neyi?"

"Senin için bu olanların ne kadar zor olduğunu." Cenk de çayını yudumlamaya başladı. "Biliyorum tanışalı birkaç gün oldu ve haklı olarak bana alışmakta zorlanıyorsun fakat ben seni tahmin ettiğinden de iyi anlıyorum." Burun kemerini sıktı. "Hayatının en mutlu günü zehrolmuş, sevdiği adamın adı kirletilmiş biri olarak fazla normal duruyorsun." Kaşlarımı çattığımda dudağını ıslattı. "İçindeki yangınları tahmin etmesi zor değil ama yüzün oldukça ifadesiz duruyor. Bunu herkes başaramaz, İdil. Sen güçlü bir kızsın."

"Güçlü değilim," diye mırıldandım. "Sadece yemin ettim, Cenk. Yasımı, Toprak'a yapılanların öcünü aldıktan sonraya saklıyorum."

"O gün," dedi. "Mezarlıkta da bir söz verdiğini hatırlıyorum."

İkinci TekilWhere stories live. Discover now