(4.6)-Dördün kusursuzluğu

737 89 6
                                    

İnsan bedeni değil kalbi kirlendiğinde utanmalı.

*

^ Cem Karaca - Üryan geldim

*

Bir zamanlar hayattan aldığınız tatlar, şimdiki zevklerinizle örtüşmeyebilir. Hayat, keskin virajları olan uzun bir yoldur ve bu yolda karşınıza çıkan şeyler sizin ona bakış açınızı değiştirmekle kalmayıp temelden sarsabilir.

On dokuz yaşından önceki hayatım yaşama savaşı içerisinde geçmişti. Karşılaştığım insanlar, başıma gelen olaylar beni hep biraz daha zorlamıştı ama buna rağmen yaşamak istemiştim amansızca. Yaşarsam bir gün bir mucize beni bulur sanıyordum belki de. On dokuz yaşımdan sonra da o beklediğim mucize beni bulmuştu. Toprak sihirli bir değnekle hayatıma dokunmuş, beni içine düştüğüm mutsuzluktan kurtarmıştı. Yirmi iki yaşımda, onu kaybettiğim günden bu yanaysa benim hayata dair tüm fikirlerim değişmişti. Eski İdil karıncayı bile incitemezdi, insanları mutlu ederse şansın kendisine güleceğine inanır, sevdiği adama yaraşır olmak için elinden geldiğince yumuşak bakardı hayata. Şimdiki ben ise serttim. Kabuklarım kırılmış, ben de o kabukları onarmak yerine kendimi buzdan saraylara hapsetmiştim. Hayata eskiden yaşama arzusuyla bakan kız, öldürme hissi için hala nefes alır hale gelmişti. Bu hale gelmemin suçlusu olanlar ise hiçbir şey olmamış gibiydi ve bu beni gün geçtikçe kızıştırmaktan öteye gitmiyordu.

"Soğuk bir gece, değil mi?" Mırıltıyla boşluğa bu soruyu bıraktığımda gözlerim ay ışığının altındaki mezar taşındaydı. Yine ilk fırsatta kendimi buraya atmıştım. Savaş içlerinden birinin her gün buraya gelip mezar bekçisine aldırmadan bu mezarları suladığını söylemişti. Bu işi o adamın kendisi de yapıyordu belki ama kimse başkalarının inisiyatifine bırakmak istememişti Toprak'ın mezarını. Bunun için onlara minnettardım da aslında. Mezar görevlisi beni geceleri burada görmekten bıkmıştı belki ama ben eline üç beş kuruş bırakarak susmasını sağlıyordum bir şekilde. Hoş, nasıl bir aura yayıyorsam artık o da benden çekiniyordu. Bu aralar Savaş gibi koyu giyinmeye başlamıştım. Fiziksel olarak korkutucu göründüğümü kendim de kabul ediyordum ama yine de bu işime geldiği için ben de net tavrımı sürdürüyordum. "İçimdeki buzlar bu geceden daha soğuk." diye parmaklarımı toprakta gezdirdim. "İnsan şaşıyor bazen, Toprak, Yürek yangın yeriyken nasıl buz tutar diye soruyor ama sonra yavaş yavaş anlıyor. Cehennem, alevlerden ibaret değil. Cehennem, ruhumuzun ta kendisi ve o ruh, yalnız kaldıkça üşüyor. Ben üşüyorum." Gözlerimi indirdim. "Biliyor musun bu halde beni görmeni istemezdim ama senin toprağına dokunmadan yapamıyorum. Her gece bu son, diyorum kendi kendime. Toprak seni böyle görmemeli, bu ona son gidişin olmalı diyorum ve her gece yine burada buluyorum kendimi. Beni ne koşulda olursak olalım, kabullenirsin biliyorum çünkü." İç çektim. "Bazen dönüştüğüm bu kızdan utanıyorum, Toprak. Tüm bu olanların üstünde ben de sana haksızlık yapıyormuş gibi hissediyorum ama anlıyorsun beni, değil mi? Acı çekmemin elimde olmadığını, kalbimdeki bu nefreti isteyerek büyütmediğimi anlıyorsun. Anlamalısın." Yağmur çiselemeye başladığında buna aldırmadan toprağını okşamaya devam ettim. "Seni görmeyeli beş ay oldu, Toprak. Sesini duymayalı, kokunu içime çekmeyeli, sana sarılmayalı beş koca ay oldu. Herkes alışıyor sevdiklerinin yokluğuna. Ben de alışıyorum yavaş yavaş. Bazen, bir yerlerden çıkıp gelecekmişsin hissine kapılıyorum. Her şeyin bir kabus olduğunu, beni uyandırıp geçtiğini söyleyerek sımsıkı sarmanı istiyorum çaresizce. Başımı yastığa her koyuşumda artık uyanmayı diliyorum. Fakat her yeni gün, bana sensizlikte bir çizgi attırmaktan öteye gidemiyor. İşin ilginç yanı ne biliyor musun? Tüm bunlara inat, yine olsa yine seni acılarınla seveceğimi biliyorum. Ben, kaderimde bunların olacağını bilsem de yine seni severdim gibime geliyor Toprak. İnsanlar daima huzur ararken farkında olmadan ellerinde olanları yitiriyorlar. Ben de seni yitirdim. Zaman zaman aklımı da yitirecek gibi olmuyor değilim ama. Çok acı çektiğimde seni görüyorum karşımda. Birine anlatsam delirdiğimi söyler biliyorum lakin görüyorum işte. Bana yanımda olduğunu söylüyorsun, dışımdan haykıramıyorum belki ama sen her defasında bana bakıp yüreğimin kanadığını söylüyorsun." Gülümsedim. "Toprak, öyle bir yerdeyim ki burası ne karanlık ne de aydınlık. Ben, araftayım şimdi. Sana gelmek istediğimde buna engel olan sebepler buluyorum. Devam etmek istediğimde de seni terk edecekmiş gibi hissediyorum. Koşarak yaklaşmak istiyorum sana ama adım adım ilerlemek zorunda kalıyorum işte. Beni affetmeni ummaktan başka hiçbir şey gelmiyor elimden. Ailemizi üzdüğüm için, İdil'ini öldürdüğüm için, senin bıraktığın o umut dolu kız olarak kalamadığım için özür dilerim." Toprağını sıktım. "Beni sevdiğini söylediğin her gün o kadar özgürdüm ki şimdi ruhumu kapattıkları bu parmaklıkların ardında çürümek bana hala inanılmaz geliyor. Bana son sözünün kuru bir özür olması canımı çok yakıyor şimdi bile. Düşünüyorum, durmadan düşünüyorum. Neden özür dilediğini soruyorum kendi kendime sürekli ama bir cevap bulamıyorum. Sen, doğru bildiklerin için özür dilemezsin ki. Sen özür dilenecek hiçbir şey yapmazsın. Yapmadın da. Gittin sadece, ecelin geldi ve sen Azrail'e teslim olup gittin. Şimdi cennettesindir bence. Orada beni izliyorsun ve belki de oldukça sitem ediyorsundur bana. Hak ettiğimi biliyorum ama sen de biliyorsun. Senin dilediğin özrü dilemesi gereken başkaları varken bana düşen yalnızca kaldığın yerden devam etmek olurdu. İnciniyorum. Ruhum dibe battıkça, saplandığım bu bataklıkta çırpındıkça inciniyorum. Senin aşık olduğun, mutluluktan ağlayan o kızdan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorum. Bunu bana kendim yaptım gibi görünse de inan bana beni başkaları bu hale getirdi. Benim küçücük dünyamı başkaları dağıttı." Dudağımı Toprak'ın mezar taşına bastırdım ve gözlerimi yumdum sessizce. "Ben özrünü kabul ettim ve bir gün sevgilim, dilerim sen de benim özrümü kabul edersin."

Sarsak hareketlerle mezardan kalktığımda dizimdeki tozları silmeyi denedim. Yağmur yüzünden çamura dönüşmüşlerdi. Gözlerim Toprak'ın mezar taşındaki kırmızı yazmaya takıldığında cebimdeki fotoğrafımızı çıkardım ve elimle eşelediğim toprağının altına gizledim. Fotoğrafın üstünü örtüp çiçeklerle kapattıktan sonra yavaşça ayrıldım mezarından. Bu kabirlere bakarken İdil'i hissedebiliyordum yalnızca. Haricinde ise kimliksizdim. Bir adım, bir yaşım, herkes gibi bir hikayem vardı ama ben aslında yoktum. Bu da beni doğruluyordu. Bir objenin değerini onu algılayan subje belirliyordu ve ben, artık kendimi algılayamıyordum. Aynaya baktığımda bir beden vardı ama İdil yoktu. Elimi saçlarıma her attığımda kendime dokunuyordum fakat anılarımız gibi saçlarım da ayrılmıştı kafamdan. Ben buradaydım aslında ama benim burada olduğumu kanıtlayan hiçbir şey yoktu.

Eve gidecekken vazgeçip biraz yürümeye başladım. Ellerimi üstümdeki ince kot ceketin cebine koyarken durgundum. Bir süre caddede öylece yürüdüm. Ardından eve geçtim. Cenk bilgisayarına gömülmüş, dünyadan soyutlanmıştı. Ona aldırmadan odama geçip üstümü değiştirdim ve yatağa girdim. Kafam bulanıktı. Birkaç gündür her gece o bara gidiyor, Ferit'in dikkatinş şüphe uyandırmayacak şekilde dağıtıyordum. Eğer sürekli burnunun dibinde olursam hedefimin bizzat kendisi olduğunu anlardı bu yüzden de bara gitsem de mümkün olduğunca ondan tarafa bakmıyor, göz göze geldiğimizde de bakışlarımı kaçırıyor gibi yaparak ona olmadığım biri imajını çiziyordum. Cenk'in dediğine göre o da bu süreçte beni sınıyordu yalnızca. Beni sıradan, herhangi normal bir müşteri olarak gördüğü an yanıma damlayacaktı. Çünkü kimse yolunmak için ayağına gelen kazı itmezdi.

Bazen bu hale geldiğime inanmakta güçlük çekiyordum. Ben sadece gündüzleri kafede, geceleri barda çalışan ve tek gayesi iyi bir meslek sahibi olmak olan İdil idim. Şimdi ise cinayet işlemem gerekiyordu ve bunun için asla yaklaşmayı hazmedemediğim pis işlere bulaşmıştım. Acı, insana neler yaptırıyordu böyle?

Diğer gece bara geçip her zamanki gibi otururken yanımda hissettiğim bedenle başımı çevirdim. Ferit ile göz göze geldiğimizde yerine değil de benim yanıma geçmesi tek kaşımı kaldırmama neden oldu. "Bir Jack Daniel's," dedi. Böyle bir mekanda her çeşit içki olmasını yadırgasam da barmen ona istediğini uzattığında belli etmedim. Ben de önümdeki kolayı içerken "Baksana," dedi Ferit. "Bara gelip kola mı içiyorsun yalnızca?"

Gülüyor gibi yaptım. "Elbette, bana ayık kafa lazım."

"Hala aradığını bulamadın mı?" Beni süzdü. "Seni anlamıyorum. Hiç de müptela gibi durmuyorsun."

"Kendim için olduğunu nereden çıkardın?" Sesimdeki umursamazlıkla kaşlarını kaldırdı.

"Ne kastediyorsun?"

"Bunu sana söyleyemem," diyerek elimi indirip saatime bakıyormuş gibi yaptım. "Gitsem iyi olur." Tabureden atlayıp yanından ayrıldığımda sinsi bir tebessüm kanat çırpıp dudaklarıma kondu. Sonunda istediğim şey oluyordu. Kuş kafese kendi ayaklarıyla gelecekti.

İkinci TekilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin