(4.2)-Dördün kırık hüznü

1K 97 11
                                    

O bazen öyle güzel bakardı ki geri kalan her şeye kör ederdi gözleri beni.

*

^ Ezginin günlüğü - Rüya

*

Hayatımın son birkaç ayında olduğu gibi mutlu geçen herhangi bir gündeydik. Ramazan ayı olduğu için herkes oruçluydu ve Defne annemle birlikte iftar sofrasını hazırlıyorduk. "Hadi," dedi annem telaşla. "Ezan okunacak ve dofta henüz kurulmadı kızlar." Müge ile birlikte birbirimize bakıp gülümsedik. Annemin bu tatlı telaşlarını seviyorduk ikimiz de. Ellerimizdeki tabakları götürdüğümüzde annem mutfaktan seslendi. "Tamam kızlar, siz oturun ben geliyorum."

Dediğini yaptığımızda sandalyemi çekip Toprak'ın yanına oturdum. Tüm gün oldukça susamıştım ve bir an önce orucumu açmak istiyordum. Aslında bu benim ilk oruç deneyimimdi. Dinle arası olmayan herkes gibi ben de ibadetlerimi yerine getirmezdim ama ailemle birlikte oruç tutmak da benim boynumun borcu gibiydi. Üstelik artık inançlarımı onarmayı da içten duygularla istiyordum.

Ezan okunduğunda elimi su bardağına uzatacaktım ki durdum. Kimse başlamıyordu. Şaşkın gözlerim ezan bittiğinde de bir şeyler yiyip içmeyen insanlarda gezindi. Savaş ve Eymen sakince otururken Barış da yanındaki Müge'ye kaş göz yaparak bile kardeşini kızdırma derdindeydi. Sandalyeye geri yaslanırken hiçbiri ezanı duymamış gibiydi. Şaşkın gözlerimi Toprak'a çevirdim. O da bana bakıyordu. "Bir şey sorabilir miyim?" dedim fısıltıyla.

"Tabii ki." dedi.

"Neden ezan okunduğu halde yemeğe başlamıyoruz?"

Toprak sorum üzerine içimi ısıtan gülümsemelerinden birini bahşetti. Ardından "Çünkü," dedi. "Bu ailede herkes masaya oturmadan yemeğe başlanmaz."

Hatırladığım kesitle dalgın gözlerimi karşımdaki boş sandalyeye çevirdim. Boğazımdaki yumru artarken herkes suskundu. Bugün ilk defa, uzun zaman sonra diğerleriyle birlikte masaya oturmuştum. Onlara göre odamdan çıkmam bile bir mucizeydi belki ama benim için hiçbir şey bir anlam ifade etmiyordu. Ailemin gözlerindeki keder orada oldukça da etmeyecekti. Bencilce davrandığımı yeni fark ediyordum. Acım gözlerimi öyle kör etmişti ki yasımı tutarken bir tek ben kaybettim sanmıştım Toprak'ı. Fakat öyle değildi. Onun anne ve babası, dostları, kardeşleri kaybetmişti onu aynı zamnsa ve hepsi kötüydü. Üstelik dünkü haberlerden sonra iyice durgunlaşmıştı herkes. Ben de aileme destek olabilmek için içten gülümseyemesem de aralarına karışmıştım ve anlaşılan o ki bu onlara bir nebze de olsa iyi gelmişti. Onlar, benim aksime bencil değillerdi. Oğullarını kaybeden ailem, sırf benim için bu kederi geriye atıp yaşamaya çalışıyordu. Onların da benim için üzüldüğünü biliyordum ve artık kendimi zor olsa da o odaya tıkamamaya karar vermiştim ben de. Yine de her yerde ona ait bir şey varken onu kısa zaman için de olsa unutmak nasıl olur bilmiyordum. Unutur muydum ondan da emin değildim.

Tek dileğim onu unutmamaktı.

Ancak hayat böyle bir şeydi. Biz ne kadar unutmak istemesek de yitirdiğimiz insanları bir şekilde unutmaya mahkumduk. Kokularını, gülüşlerini, acılarını, sevinçlerini... Bir tek hissettirdiklerini unutamazdık. Bunu bana Toprak söylemişti ve yazık ki ben onu unutmak zorunda kalacaktım yavaş yavaş. Fakat buna izin vermemek için de o kadar yaşamamakta ısrarcıydım. Şimdilik yaşama nedenim onu aklamaktı ve ben kendime iyi bir plan için birkaç gün mühket vermiştim. Sonra, Toprak'ın yarım bıraktığı şeyi tamamladığımda ailemin canını yakmak pahasına da olsa ona gidecektim. Çünkü ben de sözümün arkasındaydım. Sevdiğim insanı kaybetmiştim ve kafama sıkarak olmasa da bir şekilde canıma kıyacaktım. Tıpkı ona söylediğim gibi.

İkinci TekilWhere stories live. Discover now