5.Bölüm ❄ Taş Zemin

9.2K 734 82
                                    

Alina Myrina Rule, gözkapaklarını gözlerinden ayırmak için kendisiyle büyük bir savaş verdi. Ancak bunu yapmak o kadar zordu ki... Başında devasa bir ağrı vardı. Ve gözlerinde de o korkunç görüntüler.

Bir köylü kadının ona zehir koklatması ve bayıltması. Başındaki son derece rahatsız edici ve gözlerine vuran ağrı da bundan olsa gerekti.

Bunu hatırladığında kalbi küt küt göğüs kafesiyle birleşiyormuş gibi çarpmaya başladı. Gözlerini araladı ve hızla etrafına bakındı. Tamamen taştan olan tozlu bir yerdeydi ve biraz eski bir yatakta yatıyordu. Burası saray değildi. Ve biraz ötede, kaçmak için mükemmel görünen çok güzel bir kapı vardı.

Doğruldu ve ayaklarını karyoladan sarkıttı. Üzerinde aynı kıyafetler vardı. Üstüne örtülmüş postları üzerinden çekmek için ellerini oynattığında, kulağına gelen metalik bir sesle beraber duraksadı ve tahmin ettiği şeyin olmaması için dua etti.

Gözlerini eline yönlendirdi. Zincirlenmişti.

Zihnine kocaman bir hayal kırıklığı çökerken, boştaki diğer eliyle kelepçeyi çözmeye çalıştı. Ancak bu imkânsızdı. Yapamıyordu. Korku ve endişe, zihninde bir kuş misali süzülürken, ayağa kalktı ve çıplak ayaklarıyla soğuk taş zemine bastı. Soğukluk, içini titretti. Çizmeleri ayağında yoktu.

Zincirinden ve kelepçesinden kurtulmak için elini sürekli sertçe oynatıyordu ama bu, bileğini yaralamaktan başka bir şey yapmıyordu. Zinciri bir umutla koparmak için hızla öteye doğru koştu ancak işe yaramadı. Bileğindeki acı daha da keskinleşti. Ne kadar ileri giderse gitsin, kapıya yetişemiyordu.

Neredeydi, burada ne yapıyordu, bilmiyordu. Tek bildiği şey, o kadının onu buraya getirdiğiydi. Onu kandırarak. Kralın ve kraliçenin kızını kandırarak...

Zinciri sökemeyince olduğu yere oturdu. Sarı saçlarının, gözlerinin önüne gelip görüş alanını kısıtlamasıyla beraber, saçlarındaki topuzun çözüldüğünü ve göğüslerine kadar uzanan açık sarı saçlarının tamamen salık olduğunu fark etti.

Oturduğu yerde cenin pozisyonunu aldı. Her ne kadar ağlamaklı olsa da ağlamadı. Burada sadece yatak, içeriyi aydınlatmak için mumlar ve zincir vardı. Başka hiçbir şey yoktu.

"Hey!" diye bağırdı çıkarabildiği en yüksek sesiyle. "Burada kimse yok mu?"

Ses gelmedi.

"Kimse beni duyuyor mu? Lütfen beni kurtarın!"

Bu sefer ses geldi. Adım sesleri.

Alina, duyduğu adım sesleriyle beraber doğruldu ve mavi elbisesini düzeltti. Zincirsiz eliyle saçının bir tutamını kulağının arkasına itti ve gelecek olan kişiyi bekledi.

Eski, ahşap kapı büyük bir gıcırtıyla açıldı. İçeriye, o kadın girdi. Koyu sarı saçları ve beyaz tenli yüzü yine aynıydı ancak önceki gibi korkulu falan değildi. Biraz alaycıydı sadece. Ve sert. Üzerinde o kahverengi, pejmürde elbise yoktu; deri pantolon, koyu gri deri tunik ve tuniğin üzerine giydiği kolsuz örgü zırh vardı. İri mavi gözleri, Alina'ya cesur bakıyordu.

"S-sen kimsin? Beni buraya neden getirdin?" diye sordu kadına. Sesi titredi ve bundan bir kez daha nefret etti.

Kadın, elindeki beyaz şeyi ona doğru fırlattığında, Alina otomatikman onu alma gereği duydu. Kumaş olduğunu hissedebiliyordu.

"Giy. Seni daha rahat ettirir, prenses."

Alina, kadına kötü bir şekilde baktıktan sonra, kıyafet olduğunu tahmin ettiği şeyi yatağın üzerine fırlattı. "Soruma cevap ver. Sen kimsin diyorum ve beni neden buraya getirdin?"

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin