12.Bölüm ❄ Okçu

7K 555 63
                                    

Alina attan indiği gibi, gözlerine doğrudan yansıyan ışıktan dolayı gözkapaklarını kısarak etrafı inceledi. Yılan derisi gibi dalgalanarak parlayan, uzakta kalan, aşınmış falezlerle çevrili Sukirat Denizi'nin dümdüz bir ufkunun üzerinde, saydam beyaz bulutlarla kaplı yeni yeni maviye çalan gökyüzüne nazaran daha açık renkte olan güneş parıldıyordu. Bu kadar uzaklıkta olmalarına rağmen denizin limanındaki gemilerin kat kat, dalgalanan yelkenlerini, limanın toprağına dikilmiş devasa büyüklükteki Lordenda sancağı görünebiliyordu. Üzerinde lotus olan sancak, rüzgârın eskisiyle önünde uzanan deniz gibi dalgalanıyor, melodik bir ritimle dans ediyordu. Lakin oraya ulaşmak çok zordu, çok uzaktı. Ve bu hayal kırıklığı da bir kez daha Alina'ya kucak açtı. 

Lissa ve Kyron ile birlikte, denize dökülen, orta büyüklükteki gölün kenarında dikiliyorlardı. Göl kenarından derinlere kadar uzanan bir dizi sazlık, rüzgârın etkisiyle savruluyor ve bazıları bu güçlü esintiden usanıp kendisini gökyüzüne bırakıyordu. Kar, kendisini gösteriyor ve her saat daha da şiddetleniyordu. Ayaz yoktu ancak insanın derisine bıçak gibi işleyen keskin bir soğuk olduğu kesindi. Ormanda kalmak kesinlikle berbat olacaktı.

Kyron, elinde bir heybeyle büyük bir çınar ağacına doğru yürümeye başladığında Alina da kelepçeden dolayı onunla gelmek zorunda kaldı. Lissa, büyük çınar ağacı yüzünden karın ulaşamadığı gölgelik bir yere oturdu ve elindeki deri çantayı karıştırdı. Sonunda istediğini bulduğunda kuru toprağa birkaç tahta tabağı dizdi.

Alina'yla Kyron da onun yanına oturdu. Lissa, siyah deri çantasından bir şeyler daha karıştırırken, Kyron üzeri kapalı tabakların üzerindeki örtüleri çekti. Tabaklarda, portakal, keçi peyniri ve elmalar vardı. Alina gerçekten de acıkmıştı, bunu anladı. Oradaki şeyleri yemek için sabırsızlanıyordu.

Lissa, "Biraz suyumuz var. Ama gölün suyu tatlı, giderken ondan da doldururuz. Yolculuk esnasında işimize yarayacağı kesin," dedi ve çantadan geniş bir matara çıkardı. Matarayı açıp birkaç yudum aldı. Ardından Alina ile Kyron'a uzattı.

Alina, matarayı aldı ve içindeki soğuk sudan içti. Soğuk su, dışına göre daha sıcak olan midesini ürküttü. Suyu bolca içtikten sonra, "Teşekkürler," deyip tekrar Lissa'ya verdi.

"Ağabey? Sen içecek misin?"

Kyron kaşlarını kaldırıp ona baktı. Ardından suyu aldı ve içti. Alina ufak, kıpkırmızı elmalardan birini alıp ısırdı.

Lissa keçi peynirini yerken, "Tanrım, gerçekten de acıkmışım," diye mırıldandı.

"Ne zaman ormanda oluruz?" Alina, çiğnediği hafifçe mayhoş elmayı yuttu.

"Akşama doğru," diye yanıtladı onu Kyron.

"Orada nasıl yemek yiyeceğiz?"

"Yemekleri bu kadar sevdiğini bilmiyordum." Kyron güldü. "Avlarız bir şeyler."

Ateşte et fikri, Alina'nın fazlasıyla hoşuna gitmişti.

Lissa kalktı. "Mataralara su doldurmaya gidiyorum."

O uzaklaşırken Alina, yüzünü tekrar Kyron'a çevirdi. "Hava çok soğuk ve kar yağıyor. Orada nasıl kalabiliriz ki? Donacağız." İçine soğuk düşerken, soğuktan nefret etmeye başladığını anladı.

"Yapacak bir şey yok, prenses," dedi Kyron, omuz silkerken. "Ama postlar getirdik. Ateş de yakarsak buza dönüşeceğimizi düşünmüyorum."

Alina, tabaktaki mayışmış portakal dilimlerinden bir tanesini aldı ve ağzına attı. "Masallarda geçen şu dolunaylar, gerçekte sizi etkiliyor mu?" diye sordu aniden gelen bir merak hissiyle.

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin