21.Bölüm ❄ Havadaki Yumruklar

4.1K 336 13
                                    

Geceye doğru odaya Alma, Lissa ve Maris girdi. Alina'nın kulakları uğulduyor, başı çatlıyordu ve onlardan tek birini bile görmek istemiyordu. Annesini bir daha asla göremeyecek olmanın gerçekliği zihninin derinine yerleştirmişti ve bu da öylesine canını yakıyordu ki... Bir uçuruma çıkıp bas bas bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Odanın kapısından çıkıp gitmek istese de buna gücü yetmiyordu. Tek bir parmağını bile kıpırdatamıyordu. Kalbi çok hızlı atıyordu. Kyron tüm gün boyunca Alina'nın yanında kalmıştı ama bu yardımcı olmuyordu. Alina ona artık her şekilde ve her saniye daha fazla nefret besliyordu.

Gözlerinin, burnunun, hatta yüzünün delicesine kızardığına emindi. Dudakları şişmişti, bunu hissedebiliyordu. Damarlarındaki ateş, derisine yansıyarak, bu soğuk gecede bile onu terletiyordu.

Alma ile Lissa'nın, kendi aralarında konuşup kahkahalar atması epey sinirini bozdu ve canını yaktı. Bu şekilde gülmeyeli epey olmuştu. Gülmeyi özlemişti.

Kapıyı örten Maris, beklentili ama biraz da ifadesiz bir suratla erkek kardeşine, Kyron'a, baktı. Bu bakışlar yalnızca Kyron'un çenesindeki hatların daha fazla belirginleşmesine yardımcı oldu.

Alina bu lanet yerden de, bu lanet insanlardan da kurtulmak istiyordu. Ama saraya dönünce ne olacaktı? Annesini görebilecek miydi? Acaba şu an ailem ne yapıyor, diye düşünmekten kendini alamadı. Ogufer'in, Molin'in ve babası Surtlas'ın perişan olduğunu, yas tuttuklarını tahmin edebiliyordu. Ancak Surtlas her daim dik durmak, acıyı içine gömmek zorundaydı. Bu yüzden bazen Alina, babasına acıyor gibi oluyordu. Fakat babası hiçbir zaman kendisine acınmasını istemezdi. Bu yüzden Alina, acıma duygusunu yuttu.

Şimdi ağlamıyordu, onların gözü önünde ağlamaktan hoşlanmıyordu. Ama yine ağlamak istiyordu; ağlayınca içindeki acı biraz da olsun akıyor gibi oluyordu. Ağlayamadığı için boğazındaki yumru büyüdü. Konuşmaya mecali yoktu. Tırnaklarını yorgana geçirdi ve beyazlaşmış parmaklarını sıkıca bastırdı.

Lissa ile Alma, Alina'yı görünce duraksadılar. Alma'dan çok Lissa şaşırmış gibi görünüyordu, çünkü Lissa, Alina'yı Alma'dan daha iyi tanıyordu. Onların karşısında kolay kolay ağlayacak kadar güçsüz bir kız olmadığını, şimdiye dek anlamış olması gerekiyordu.

Alina'nın yanına gitti. "Ne oldu?" diye sordu.

Alina, Lissa'nın bu nazik sorusuyla beraber irkildi. Lissa bilmiyor olmalıydı. Bir şey demek için ağzını açtı ancak dudaklarının arasından tek bir cümle bile çıkmadı. Başını iki yana salladı.

"O mu bir şey yaptı?" derken Kyron'u işaret etti çenesiyle. Şüpheli görünüyordu. "Ağabeyim."

Alma onları çekik, koyu kahverengi gözleriyle uzaktan inceliyordu ama konuşmalarına katılmıyordu. Maris ahşap sandalyede otururken, yatağın üzerine oturup yağan karı izleyen Kyron'u seyrediyordu. Odaya sessizlik hâkim değildi, dışarıdan gelen gürültüler, odanın durgun olmamasına yetiyordu.

Alina, Lissa'nın sorusuna karşılık başını tekrar iki yana salladı. İstediği tek şey odanın boş kalması, onu rahat bırakmalarıydı.

"O zaman bana ne olduğunu söyle de yardımcı olayım," dedi Lissa sert bir ses tonuyla.

"Senden yardım isteyen yok." Alina ona son bir bakış attıktan sonra arkasını döndü ve gözlerini kıstırarak gözyaşlarını bastırdı, ancak gözlerinin sulanmasına engel olamadı. Annesinin öldüğünü her hatırladığında, kalbi yerinden oynuyordu.

"Tamam," dedi Lissa. "Sadece neler olduğunu, neden ağladığını bilip sana yardım etmek istedim." Sesi sakinleşmişti. Ayağa kalktı.

Alina yutkundu, son anda fikrini değiştirip ona doğru döndü. Lissa kalkmıştı ama hâlâ beklentili mavi gözlerle ona bakıyordu. Bozduğu örgüden dolayı dalgalı duran sarı saçları, mum ışığında ay gibi parıldıyordu.

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin