9.Bölüm ❄ Yolculuk

5.8K 471 29
                                    

Kyron Morhuyd derin bir iç çekti. Alina'nın kaçma girişiminin ardından tam olarak dört gün geçmişti ve bu dört gün boyunca ne doğru düzgün yemek yemişti, ne de doğru düzgün konuşmuştu. Kyron ne zaman onun yanına konuşmaya gelse, ters tepkiler veriyor ve onu azarlıyordu. Ki bunda haklıydı da. Kyron her ne kadar itiraf etmek istemese de.

Onun zincirlerini sökmüştü, artık yalnızca odasının kapısını kilitliyordu. Bunun tehlikeli olacağını biliyordu ancak kıza, istemediği şeyleri yaptırmaya zorlamayı istemiyordu. Ayrıca kelepçeler onun bileğini kesiyordu.

O mavi elbiseyi üzerinden çıkarıp, Maris'in şehirdeki bir dükkândan aldığı temiz deri tayt ile siyah tuniği giymeyi başarabilmişti. Kyron'un bahsettiği eşyalar, onun kaçtığı günün gecesi gelmişti. Vën Chin Dağı'nın bir yanına bırakmışlardı ve Kyron da onları mağaraya taşımıştı. Ve itiraf etmek gerekirse eşyalar, beklediğinden daha kötü çıkmıştı. Ama Alina bunu hiç garipsemiş gibi görünmüyordu. Buraya alışmış olmalıydı.

Kyron, doğru olan şeyi yapmadığını biliyordu. Kraliyeti kandırdığının yanı sıra, prensesi kaçırmıştı. Kral ile kraliçe ondan haber bekliyordu. Bir izci olarak...

Kral ile kraliçenin her zaman en iyi izcisi Kyron'du. Çünkü Kyron her şeyi bulabiliyordu. Muhteşem koku ve duyma duyusu sayesinde. Eve parayı getiren genellikle o olurdu. Lissa ise dişleriyle veya okuyla avladığı hayvanları getirirdi. Yemekleri o çıkartırdı. Ve genellikle de yemekleri yapan o olurdu. Maris ise başıboş bir adamdı. Genellikle şehre inip tavernalarda takılırdı. Eve pek uğradığı söylenemezdi.

Ve şimdi Kyron, gerilimi iliklerine kadar hissediyordu. Çünkü ondan başka birçok izcinin de olduğunu biliyordu ve bir grup izcinin Vën Chin Dağı'na yaklaştığının kokusunu almıştı. Bu mağaraya da uğrayacaklarına adı gibi emindi. Bu kokuyu Lissa da almış olmalıydı ki sürekli etrafı kokluyor, ama kokunun ne olduğunu anlamadığı için yüzünü buruşturup bir şey demiyordu.

Kyron, oturduğu ahşap sandalyede rahatsızca kıpırdandı. Masanın üzerinde duran kâsedeki soğanı soyan Lissa'ya baktı. Endişeliydi. "Gitmeliyiz. Yaklaşıyorlar ve geliyorlar."

Lissa yüzünü buruşturdu. "Ne? Kim?"

"İzciler, Lissa. Geliyorlar."

Soğanı, kaynar su ile doldurulmuş kazanın içine bıraktı ve durdu. "Nasıl yani?"

Kyron, kardeşine göz devirdi. "Prensesi aramak için görevlendirilen benden başka izciler de var, Lissa. Ve kokularından anlayabiliyorum, sayıları çok fazla."

Lissa kaşlarını çattı ve burnuyla, o kokuyu almak istercesine derin bir nefes aldı. "Saatlerdir lezzetli bir koku geliyordu. Bundanmış demek."

"Onları yemeyeceğiz. Beyaz Lordenda kurtları insan yemez. Ayrıca... sayıları çok fazla demiş miydim? Ve Maris yok. İki kişiyiz, Lissa."

"Ne demek istiyorsun?"

"Morovka'ya gideceğiz. Buradan gitmek için çok fazla neden var ve buradan uzaklaşalım. En azından bir süreliğine..."

Lissa çenesini kaldırdı ve kardeşine sertçe baktı. "Burası bizim yuvamız. Ve sen, budala bir kız için yuvamızı terk etmemiz gerektiğini söylüyorsun."

"Yuvamızı terk etmeyeceğiz. Eğer burada kalırsak ölebiliriz. İnsanoğullarını bilirsin, ellerinde bir sürü silah vardır ve belki tüfek bile olabilir. Çünkü bu bölgelerde ölümcül hayvanların olduğunu herkes bilir."

"Sadece birkaç saatliğine başka bir yere saklanabiliriz. Başka bir şehre yolculuk yapmamıza gerek yok ki."

"Buradan gitmek için sana bir sürü sebep sayabilirim. Lordenda Sarayı ile aynı şehirdeyiz ve gitmeliyiz, her an bulunma tehlikemiz var. Kraliyetin adamları sandığımız kadar güçsüz değil. Sonra... Ailemiz bir prensesi kaçırdığımı duyarsa ne olur, biliyor musun?" Lissa başını salladığında Kyron devam etti. "Buralar, Lordenda'nın kahverengi kurt sürülerinin yoğun olduğu bölgeler ve onlar bizim aksimize acıktıklarında insan da yer. Mağaramızda, yenilmek için harika görünen bir insan olduğunu görürlerse..."

Lissa, ağabeyinin sözünü kesti: "Onları alt edebiliriz."

"Onlar sinsidir, Lissa. Hiçbir zaman tek gelip kendilerini ölüme teslim etmezler. Eğer bir kere saldırıp başarısız olurlarsa, ikinci, üçüncü, hatta onuncu kez bile plan kurabilirler. Onun burada olduğunu görürseler, peşimizi bırakmazlar. Onları henüz tanımıyorsun, Lissa. Ayrıca dolunay da yaklaşıyor. Kendilerine hâkim olamayan kurtlar için kendimi ve tanıdıklarımı ölüme teslim edecek değilim. Bu da bize gitmekten başka şans tanımıyor."

"Sana inanamıyorum." Lissa gözlerini kıstı. Ne zaman sinirlense ya da hayal kırıklığına uğrasa, bu bakışı atardı. "Bizi yok sayan bir kız için, buradan gidiyoruz. Öyle değil mi?"

Kyron da ona sert bakışlarını yolladı. "İstersen burada kal ve öl."

"Tam bir aptalsın, Kyron. Neden bunu yaptın ki?" Lissa'nın sesi, garip bir şekilde sakindi.

"Ne yaptığımı sorgulama. Bu seni ilgilendirmez."

"Evet, ilgilendirir ağabey. Çünkü yaptığın şeylerin sonuçlarını ben de çekiyorum."

"Benimle yaşamayı sen tercih ettin, Lissa. Eğer beğenmiyorsan, hemen, şimdi sürümüzün yanına git."

"Hayır, bu yapmayacağım." Lissa başını, onaylamazcasına iki yana salladı. "Seninle geleceğim. Ölmemek için. Senin için. O, alnımı yaran kız için değil."

Kyron'un dudakları, Lissa'nın alnındaki yarayı görmeyle beraber kıvrıldı. Yarayı ne zaman görse veya hatırlasa gülesi geliyordu. "İşte benim kardeşim."

Lissa onun aksine gülümsemedi. Hâlâ öfkeli yüz ifadesini koruyordu. "Ee, planımız nedir?"

"Şafağa kadar hazırlanacağız. Sonra atlarımızı da alıp gideceğiz. Lordenda Sarayı'nın oralardan geçmemeye özen göstereceğiz ve prensesi arayan ya da tanıyan kişilerin olmadığı yerlerden gitmeyeceğiz. Eğer bizi tanıyıp gören biri olursa, direkt öldüreceğiz. Tenha yerlerden gideceğiz ve bu yolculuğun zor olacağı aşikâr."

"Tam olarak nereye gideceğiz? Morovka'ya mı?"

Kyron bunu düşünmüştü. "Yiërë'dan geçip Londov'a, ardından da Morovka'ya gideceğiz. Bunu yaparken birkaç yerde konaklarız. Vën Chin Dağı'ndan çıkıp direkt olarak Yiërë'ya geçeceğiz. Lordenda Sarayı'nın oralarda dolaşıp olay yaratma gibi bir düşüncem yok."

"Uzun bir yolculuk olacak gibi görünüyor."

"Evet. Londov'daki ormanlara gidebiliriz, orada bizim türümüzden olmayan başka sürüler yok ancak diğer şehirlerde ormanda kalabileceğimizi sanmıyorum."

"Anladım. Handa veya pansiyonda kalmak için yeterince paramız var mı?"

Kyron başını salladı. "Evet, var."

"Maris ne olacak?"

"O kendi başının çaresine baksın. Bizimle gelmesine gerek yok. Zaten eve uğramıyor."

"Peki ya, kardeşim, kız ne olacak? Onun kaçacağını hiç düşünmedin mi?"

"Düşündüm, kardeşim, düşündüm. Ve oldukça etkili yöntem olacağı aşikâr..."

Lissa, Kyron'un gözlerindeki bakışı görünce, sanki onun düşüncelerini okuyormuşçasına hınzırca sırıttı. "Kelepçe."

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin