46.Bölüm ❄ Gerçek İnsanlar

2.6K 242 17
                                    


Atları ve paraları olmağı için at çalmak zorunda kalmışlardı. Yine ve yine... Artık hırsızlık yapmak, haftalık bir rutine dönüşmüştü. Samanlarla dolu bir haraya girmişler, oradaki birkaç seyisi tutup, tehdit edip; ikisi doru, biri de açık kahverenginde olmak üzere üç tane heybetli at almışlardı. Aslında tam olarak çalmak denemezdi. Kyron, cebindeki tüm bronz woldov'ları oraya bırakmıştı.

Seyisler atlara iyi bakmışlardı, bu belliydi. Taranmış yumuşak yeleleri ve tüyleri, güneş ışığında parlıyor; onlar nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Komutlara uyuyor ve kolayca da acıkmıyorlardı. Acıktıklarında ise soyluların yaşadığı sokaklarda çöp olarak biriken samanların arasından iyilerini seçip yiyorlardı. Uslulardı ama yeri gelince de oldukça haşin olabiliyorlardı. Ve ortama çok çabuk ayak uydurabiliyorlardı. Kahverengi olan at biraz sorun çıkarsa da bu ara ara oluyordu.

Camae'nin sınırlarında bir yerlerde durmuşlardı. Bu sırada hava, karanlığa çalıyordu. Cornia'ya çok yakındılar. Onları ayıran sadece uzun bir patikaydı. Cornia'dan da Vën Chin'e gideceklerdi.

Gece olunca bir ormanda durdular. Ormanın eskiden bir koru olduğu anlaşılıyordu ama şimdi bakımsızdı, ama en azından sakin gibiydi. Yapraklar yerde çürümüş olsa da havası paha biçilmezdi. Cornia'ya yakın olduğundan olsa gerekti.

Ormanda bir tavşan avladılar. Ardından bir ateş yakıp onu pişirdiler. En son kaldıkları handaki o korkunç lapalardan çok daha iyi ve lezzetliydi. Mahzende kaldıkları o korkunç saatler boyunca yemeksizdiler ve çok açlardı. Yani Kyron ve Alina. Bu yüzden yemeklerinin tek bir parçasını bırakmadan yemişlerdi. Lissa ise tavşanın bacağından birkaç ısırık aldıktan sonra bırakmıştı. Onu orada güzel beslemiş olmalılardı ki biraz kilo almış gibi görünüyordu göze. Ama hâlâ yeterince zayıftı.

Karınlarını doyurduktan sonra biraz sohbet ettiler, ardından uyumaya kalkıştılar. Alina hemen sızmıştı. Gözkapakları düşüyordu ve bu da onu durduramamıştı. Üzerinde her şeyin yorgunluğu vardı. Ama uyumadan önce gözlerinin önünde gökyüzünün parlak yıldızları, hilal şeklindeki ayı ve onu biraz kapatan ağaç dalları vardı. Gitgide her şey bulanıklaşmış, ardından kendini müphem bir uykuda bulmuştu.

Uyku ile uyanıklık arasındaki çizgide, kulaklarına sesler geliyordu. Lissa ve Kyron konuşuyordu. Hayır, hayır. Daha çok tartışmaya benziyordu. Özellikle Kyron daha fazla bağırıyordu. Zar zor algıladığı kelimelere göre Lissa'nın onlara ihanet etmesi hakkındaydı.

Bir süre sonra sesleri kesildi. Geriye kuş sesleri kaldı. Bunun ardından derince uyudu. Zihninde hiçbir şey yoktu ve rüyalarını süsleyen şey kurtuluştu.


Sabah uyandığında gözlerini gökyüzüne açtı. Yalancı güneşin bilenmiş bir bıçak kadar keskin olan sabah ışığı gözlerine, esen rüzgârın soğuk pençeleri ise cildine çarpıyordu. Rüzgâr kurt gibi uğulduyor ve ağaç dalları birbirleriye ölesiye kavga ediyordu. Baharın sinir bozucu habercileri olan sinekler ve arılar vızıldıyor, kanatlarını çırparak uçuyorlardı. Doğa, kendi etrafında mücadele ediyordu. Belki bugün güzel olabilirdi. Bir ihtimal, bir umut...

Alina doğrulup esnedi. Birkaç saniye boyunca öylece durup, uyuyan Kyron'a ve Lissa'ya baktı. Lissa otların içinde kıvrılmış, Kyron ise topladığı battaniyenin içine üşümüş gibi sarınmıştı. Alina kalkıp battaniyeyi Lissa'nın üzerine de örttü.

Gitmek için ayağa kalktı. Ağacın dalına astıkları su dolu bakır mataralardan birini alıp yalın ayaklarıyla ormanın içine doğru yürüdü. Mataranın içindeki sudan birkaç yudum aldı ve toprak ile pislenmiş elleriyle yüzünü yıkadı. Ayakları toprakla bütünleşmişti ve bu güzel hissettiriyordu. Güzel ama bir o kadar da tuhaf.

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin