29.Bölüm ❄ Yakalanış

4.5K 377 88
                                    


İlk önce hana gidip atlarını aldılar. Han sahibi, bu atları neden daha önce almadıkları için onlara biraz bağırsa da, kimse buna aldırış etmedi. Bu yüzden han sahibi, onlara atlarını geri verdi.

Toplamda dört at olduğundan ve parasızlıktan dolayı yenisini alamayacaklarından, Alina yine Kyron'un önüne bindi. Sürekli sıkıntıyla iç çekiyordu. Gözlerinin önüne kadar uzanıp görüş açısını kapatan kürk başlığı ise cabasıydı. Bu başlığın içinde yüzünün bir avuç göründüğüne emindi. Ve bundan daralmıştı.

Harmat'ın mağazalı ve işlek olduğu bir kısma inmişlerdi, hâlâ Morovka'dalardı. Morovka'dan başka bir şehre gitmek de zaman alacak gibi görünüyordu.

Atlarını bir yere bağladılar ve bir kahvehaneye girdiler, tam da Kyron'un sıcak çikolata ya da çay sözü gibi. Kahvehane çok zengin bir yer olmasa da fena sayılmazdı. Ahşap duvarlarda oymalar vardı, büyük şöminenin başına çapraz olacak bir biçimde iki balta asılmıştı. Sabah olduğu için çok fazla kişi yoktu. Buradakilerin geneli iskambil oynayıp kahvelerini ya da kvaslarını yudumlayan adamlarla doluydu.

Lissa, "Burayı sevdim," diyerek şömineye yakın kalan bir masalardan birine doğru gitti, sandalyeyi çekip oturdu. Diğerleri de oturdu.

Maris, "Burada ne yapacağız?" diye sordu.

"Oturacağız," diye yanıtladı onu Lissa. "Yapacak herhangi bir işimiz olmadığına göre."

Siparişleri almakla yükümlü siyah pelerinli bir adam geldiğinde Kyron, Alina'ya ne istediğini sordu. Alina bir bardak sıcak çay istediğini söyleyince, diğerleri de onu istedi. Adam gitmek üzere arkasına döndü, ama ardından yavaşça onlara tekrar döndü.

Kyron, adama soru sorarcasına bakışlar attı.

"Ben sizi bir yerden tanıyor muyum?" dedi ve gözlerini kıstı adam.

Alina, adamın bakışlarının kendi üzerinde olduğunu görünce ürperdi. Yerinden huzursuzca kıpırdandı ve başlığını daha fazla yüzüne çekti. "Efendim?" diye sordu. "Ben sizi daha önce hiç görmedim." Gerçekten de görmemişti, ama o bir prensesti ve namı gibi yüzünün ünü de büyüktü.

Kyron boğazını temizledi. "Tanımıyorsunuzdur."

Adam kaşlarını çatıp şüpheli bakışlar atmaya devam ederken gitmeye başladı.

"Kalabalık yerler çok tehlikeli," diye söylendi Alma.

"Herkesin seni tanıması ne kadar berbat." Lissa, masada parmağıyla ritim tuttu.

"Pardon?" dedi Maris anlamazlıkla. "Prensesin orada, ben Alina Myrina Rule'yim diye bağırması gerekmez miydi?"

Kyron ona cevap vermedi, başını cama doğru çevirdi. Huzursuzluğu, mavi gözlerinden bile belli oluyordu.

"Hayır," dedi ve omuz silkti Alina. "En azından şu anda hayır..."

"Aranızda bir şeyler dönüyor ama..."

Lissa ona ölümcül bir bakış attığında Maris yerine sindi. Lissa, Maris'in kulağına birkaç şey söylese de bunu kimse duyamadı. Bu yüzden Kyron, daha fazla rahatsız olmuş gibi göründü.

Açıkçası Alina, Maris'ten, babasının hakkında dediği şeylerden dolayı nefret ediyordu. "Baban yeni bir annecik getirir, merak etme."

Tanrı adına, neden hep anne adı geçince kalbi sıkışıyordu?

Derin bir nefes aldı. Garson, küçük bakır bir tepsiyle çayları getirdi ve onların önüne bıraktı. Alina yüzünü sol taraftaki cama doğru dönerek kendisini garsondan gizlemeye çalıştı. Eğer annesinin intikamını almak için onlara muhtaçlık duymasaydı, şu an hiç tereddüt bile etmez, kaçar giderdi. Ne de olsa burada ona yardım edebilecek birçok kişi vardı.

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin