22|| Tek Kart

28.8K 1.3K 351
                                    

Pencereden içeri öyle kuvvetli rüzgâr girip yüzüme vuruyordu ki umursamadan öylece camdan dışarı bakmaya devam ettim. Koltuğa sırtımı yaslamış, dizlerimi karnıma çekmiş başımı ise emniyet kemerinin olduğu yere yaslamıştım. Marino arabayı otobanda hızlı kullanırken etrafta yüksek sesli yabancı müzik yankılanıyordu.

İki gün boyunca dağ evinde kalmıştık. Çünkü onun yaptırdığı evde bir sorun çıkmıştı ve geri dönmesi gerekti. Bende onu evde beklemiş ve köpekle birlikte yağan karın tadını çıkartmıştım. Fakat Marino'da garip bir şey vardı. Dünden beri pek fazla konuşmuyordu, birkaç kere ne olduğunu sormuştum ama söylememişti. Bende pek fazla üzerine gitmeyerek sessiz kalmıştım. Söylemek isterse istediği zaman anlatırdı.

Şimdi ise arkama yaslanmış bir şekilde yolu izliyordum. Arabanın içinde yankılanan kısık sesli müziği içimden mırıldanırken gözüm büyük tabelaya ilişti.

İzmir

Derin bir nefes alarak yaslandığım yerden doğruldum ama hala dışarı bakmaya devam ediyordum. Dirseğimi pencerenin kenarına yaslayarak çenemi avucumun içine yasladığımda arabanın içinde telefonunun sesi yankılanmıştı. Duruşumu hiç bozmadan sessiz kaldığımda bariton sesi yankılandı.

"Parlare." İtalyanca konuşmasını emrederken yine kaba tavrını konuşturmuştu. Gözlerim bu davranışı için kısa bir anlığına kapanıp açıldı. Karşı taraftaki kişi Lilianaydı, sesi o kadar yüksek çıkıyordu ki onu duyabiliyordum. Söylediği cümleler İtalyanca olduğu için ne dediğini anlayamıyordum ama kısa bir süre sonra Marino'nun elini omzumda hissettiğimde ona döndüm. Telefonunu bana uzatmış onunla konuşmamı istiyordu.

"Liliana?"

"Ah Burçak abimle birlikte mi geliyorsun? Bu Paskalyadan bile güzel?" Paskalyayı duymuştum ama tam olarak anlamını bilmiyordum. Fakat o, o kadar heyecanlı konuşuyordu ki bunun bir bayram olduğunu ve çikolata topladığını söylemişti. Kafam iyice karışırken beni heyecanla beklediğini söyleyerek telefonu kapatmıştı.

"Dediklerinden hiçbir şey anlamadım."

"Dinle, Paskalya bayramı aslında İsa'nın dirilişinin olduğu haftaya denir. Bizlerde bu haftaya kutsal hafta deriz. Bu hafta içerisindeki perşembe günü, İsa'nın öğrencilerinin ayaklarını yıkadığı, son akşam yemeğini yediği ve bu akşam yemeğinde öğrencileriyle şarap ve ekmek paylaşırken, "Bu sizin için feda ettiğim kanım ve bedenim" ile başlayan ünlü ayetleri söylediği gündür." Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım ve huzursuzca yerimde kıpırdandım.

"Ne oldu?" yanaklarımın içini ısırdım ve geçeği söyleyip söylememek arasında kalmıştım fakat sonunda hep yaptığımı yapıp gerçeği söyledim.

"O ayetleri okumuştum." Yüzünde çok nadir gördüğüm şaşırmalardan birisi peyda oldu.

"Nerede?"

"İncil'de." Bu sefer kaşları havaya kalkmıştı.

"Sen İncil mi okudun?"

"Hepsini değil, birazını." Söylediğim cümleye bir cevap vermeyerek saniyeler önce anlattığı şeye devam etti.

"Cuma günü ise İsa'nın çarmıhtaki ölümü anarız. Bir Hristiyan'ın yapması gereken, günahlarının sonucunu üstlenen İsa'yı anması, onun ve kendi kimliğinin farkına varmasıdır. Pazar günü ise diriliş bayramıdır. O gün Hristiyanlar İsa'nın ölümden dirilişini kutlarlar. Bu hem İsa'nın ölüm karşısındaki zaferidir hem de onun aracılığıyla bizim ölüm karşısındaki zaferimizdir. Çünkü İsa bizlere, kendi dirilişi gibi bir diriliş ve sonsuz yaşam vaat etmiştir."

Esmer |İtalyan Adamlar Serisi 1|Where stories live. Discover now