Bölüm 3 - 42 / GÖRÜNMEYEN?

199 50 7
                                    

Orada saatlerce kaldım. Mezar taşının bir köşesine oturdum ve anneme, ondan ayrılmak zorunda bırakıldığım andan itibaren hayatımda neler olduğundan bahsettim. Edwin'den, üniversiteden, Juilliard'a girmeyi başaramasam bile keman eğitimi alabildiğimden bahsettim. Cary'den ve dört yıl önce uğradığımız silahlı saldırıdan bahsederken yine gözyaşlarıma engel olamadım. Seth'i anlattım. Bunun bende nasıl bir güvensizlik oluşturduğunu ve olurda bir gün beni bırakabilecek birine kalbimi tamamen açarsam nasıl canımın yanacağından korktuğumdan bahsettim. Hep korkularımla yaşadığımdan, çünkü düşersem beni kaldıracak, anlayacak, omzunda ağlamama izin verecek ve hatalıysam bile arkamda duracak bir annem olmadığından... Herkes gidebilirdi, benden vazgeçebilirdi, netice de istemese de annem bile gitmişti. 

Yalnız olmaktan korktuğumdan bahsettim, tek başıma kalmaktan ve asla buna izin vermeyecek onun gibi birine ne kadar ihtiyacım olduğundan.

Oturmaktan yorulup, mezar taşının kenarına uzanarak bakışlarımı kararan gökyüzüne diktim bir süre ve sonra ona Vincent'dan bahsetmeye başladım.

Sadece onun yanında kendimi hiç düşmeyecekmiş gibi, düşsem bile beni tutacağını bilir gibi güvende hissettiğimi anlattım bu kez. Sonra gözyaşlarımın arasından gülmekle homurdanmak arası bir ses çıkartıp, "Gerçi o bile gitti değil mi?" diye sordum.

Kalbimi ona sonuna kadar açtığımı, ona âşık olduğumu söyledim anneme.

Ve ilk defa bir süredir bildiğim gerçeği itiraf ettim. "Onu seviyorum anne."

Bunu kabullenmek bile özgürleştirmişti sanki beni. Sesli olarak söylemekse omzumdan kocaman bir yük almış gibiydi. Aşk İlişkilerimizi; tutku, arzu ya da hayranlık üzerine kurardık. Yoğun ve heyecanlı olabilirdi, kimyasal ve psikolojik, hatta gün ışığı ve karanlık gibi ama sevgi, bundan çok daha karmaşıktı. Dostluk ve güvendi. Saygı ve inançtı. Ve şimdi anlıyordum ki birine sizi dağıtıp gitme iznini vermekti. Ancak en önemlisi ihtiyaç duyduğunda yanında olmaktı. Ve görünen o ki benim sevgim tam da en başından olabileceğini tahmin ettiğim gibi karşılıksızdı.

"Hayatımın sonuna kadar eksik yaşayacakmışım gibi hissediyorum kendimi. Bu acı çok farklı, hiç kapanmayacağını bildiğim bir yara gibi kalbimde." dedim. 

Vincent'ın, bana o gün söylediklerini anlattım. Bu zamana kadar hep kaçtığımı söylediğini... Ve haklı olduğunu da ekledim. Bir fırtına gibi beni dağıtıp gitmişti ama elbette ayakta kalacağımı söyledim anneme. "Eksik olsam bile..." diye ekledim içimden ve bunu duymadığını umdum.

Ve saatlerce Vincent'ı anlatmaya devam ettim. Ta ki gökyüzünü aydınlatan sadece yıldızlardan ibaret olana, mart soğuğu kemiklerime kadar işleyip kanımı dondurana kadar...

Ona veda etmek tahmin bile edemeyeceğim kadar zor oldu. Ancak söz verdim bir kez daha sürekli ziyaretine geleceğime ve hayatımda olan biten her şeyden onu sık sık haberdar edeceğime...

Ancak gitmeden önce yol kenarlarında sıkça gördüğüm çiçekçilerden birinden onun için en sevdiği beyaz güllerden almak istedim. Gelirken akıl edemediğim için kendime hayıflansam da umuyordum ki içlerinden en az birini açık bulabilirdim.

Arabama doğru giderken etrafı aydınlatan elektirik direklerine minnettardım. Tam o sırada yol kenarında park etmiş siyah eski model bir Cadillac görüp, bu saatte benim gibi hala burada bulunan birileri olduğu için açık bir çiçekçi bulma olasılığımın çok daha yüksek olduğunu düşündüm.

İntikam KırmızısıWhere stories live. Discover now