Bölüm 3 - 50 / SENİ SEVİYORUM

222 42 10
                                    

Bir kaç gün sonra ise uyandığımda mutfaktan gelen kap kacak seslerini duyabiliyordum.

Uyku mahmurluğum anında yerini meraka bırakırken kendimi hızla duşun altına atıp, soluğu Vincent'ın yanında aldım...

Bir süredir sırf sabahları bir şeyler yediğimden emin olmak için bana kahvaltı hazırlıyor olması, ona karşı hissettiklerimi resmen kalbime sığdıramamama sebep oluyordu.

Bu kez altında sırf boxer'ı vardı ve kıpırdadıkça hareket eden her kasının görüntüsüyle bile ağzım sulanmıştı.

Sanki salonun girişindeki varlığımı hissetmiş gibi bana dönüp gülümsedi ve "Günaydın uykucu." diye selamladı beni.

Kaşlarımı çatmaktan kendimi alamadım. Uykucu mu?

Tezgâha doğru ilerleyip her zamanki yerime tünerken, "Saat kaç ki?" diye sordum.

"Neredeyse on bir oluyor."

"Buna uykucu denmez o zaman." diyerek karşılık verdim. "Olsa olsa geç kalkıcı olur."

"Öyle bir kelime olmadığından eminim. Üstelik benim durduğum yerden gayet uykucu gibi görünüyorsun." dedi elindeki derin kaptan ocaktaki tavaya bir şeyler dökerken. Vay canına... Pankek miydi onlar?

Hayal kırıklığına uğramak istemediğimden düşüncelerimi sesli olarak da dile getirme ihtiyacı hissettim. "Pankek mi yapıyorsun?"

Kafasını sallayarak beni onaylarken yüzünde şeytani bir gülümseme vardı. Kışkırtıcı mıydı? Evet, ancak onu bu gülümsemenin altında yatan başka bir şeyler olacağını bilebilecek kadar da iyi tanıyordum artık...

Gözlerimi şüpheyle kısıp, önüme dolu dolu bir tabak Pankek koyana kadar onu dikkatle izledim. Gözlerim çoktan bayram etmiş ve birazdan eminmin ki midemde edecek olsa bile kendimi amacını düşünmekten alıkoyamıyordum. Bana kahvaltı hazırlaması sorun değildi. Sorun olan bunu sağlıklı olduğunu düşündüğü; meyve salataları, yeşillikler ve doğal yollarla tatlandırılmış yulafımsı şeylerle yapmıyor oluşuydu. Bildiğin Pankek yapmış, üstelik çikolata sosundan, şuruba kadar her şeyi de düşünmüştü.

Tam o sırada çalan telefonunu tezgâhın üstünden alıp kulağıyla, omzu arasına sıkıştırırken önüme sosları koyuyordu.

"Douglas?" deyip bir süre karşı tarafın konuşmasını dinledi.

"Evet, yanımda." derken bakışları ilgiyle üstümde gezindi. Hemen ardındansa, "Bende kalıyor ama rehin almadım. İstediğin zaman gelip görebilirsin." diyerek devam etti sözlerine.

Konuşmasını dinlerken gözlerim iyice kısılmıştı. "Anlıyorum... Aslını istersen telefonuyla arasının benden önce de iyi olmadığını bilmek güzel."

Hemen sonra sırıtıp telefonunu bana doğru uzattı. "Edwin arıyor, telefonundan sana ulaşamamış."

Kafamı sallayıp onu onaylarken en azından biraz da olsa mahcup görünmeyi başarabilmiştim.

Bir yandan yemek yiyip bir yandan Edwin'in, bana toplantıda konuşulanları anlatmasını dinledim. Önümüzdeki ay Vegas'a gideceğinden, sonra şubelerin açılış önceliklerine göre teker teker neredeyse tüm eyaletleri ziyaret edeceğinden, hatta bu amaçla minik bir dünya turuna çıkacağından bahsetti. Bunun benim için sorun olup, olmayacağı konusunda on dakika da ağzımı aradıktan sonra, beni aklım karman çorman ve neredeyse tüm iştahım kaçmış bir şekilde bırakıp telefonu kapattı.

İntikam KırmızısıWhere stories live. Discover now