VINCENT II

391 47 128
                                    

Patrick Morris...

Scarlett'ın üvey dayılarından biriydi kendisi.

Birkaç gün sonra Brooklyn'in villalarla dolu zengin mahallelerinden birindeydim. Üç katlı ve abartılı bir şekilde gösterişli evin girişinde, dışarıdaki hareketi görebileceğim tekli koltuklardan birine oturmuş Patrik'in eve gelmesini bekliyordum. Ev zifiri karanlıktı, kalın perdeler çekilmiş, Patrick çoktan benim için her şeyi ayarlamıştı sanki. Küçük bir çocukken ben de karanlıktan korkardım. Sonra asıl korkutucu olanın karanlıkta karşıma çıkmasını istemeyeceğim insanlar olduğunu öğrendim babamdan. Ve o karanlıktan korkmamak için, karşıma çıkmasından en çok korkacağım şey olmaya karar verdim. Kendim...

Elimde tuttuğum enjektör şişesinin kutusuna kaydı bakışlarım bir an. Bu da birini öldürmekle ilgili bir diğer favorimdi. En sevdiklerimin yanı sıra kuşku uyandırmak istemediklerim için kullanırdım. Babam gibi mesela? 

Dünya üzerinde milyonlarca zehir vardı. Kimisi iç organlarınızı eritir, kimisi sizi sadece bir uykuya yatırır ve bir daha uyanmamanızı sağlar, kimisi ise tüm kemikleriniz kırılıyormuş gibi canınızı yakar. Radyoaktif olanları ise; genelde süreyi uzatır, canlı organizmanın yapısındaki kimyasal elementlere yaydığı radyoaktif parçacıklar ile elementlerin çekirdek yapısının değiştirir ve günlerce bir hastane odasında ölümü beklemeye başlardınız. Ancak internette hakkında bir şeyler okuyabileceklerinizin, dizi ve filmlerde size gösterilenlerin hepsinin tek bir ortak özelliği vardır. O da; işini iyi yapan bir toksikoloji ya da adli tıp uzmanı tarafından rahatlıkla tespit edilebilmeleridir.

Tespit edilemeyecek bir zehir olmadığından değildir bu. Eğer bilirseniz ve onlara ulaşmanın aslında ne kadar kolay olduğunu fark ederseniz, mezar işletmecilerinin benden bile zengin olacağından kimse bu bilgilere kolay kolay ulaşmanızı istemez. Kusursuz zehir, kusursuz sanattır. Kimyagerler ise benim bakış açımdan müthiş sanatçılar.

Elimdeki zehir asla tespit edilemezdi. Etkisini alındığı an gösterir ve yarım saat içinde -ki bu sürenin uzun olması benim tercihimdi böylece ölümü beklerken yüzlerindeki korkuyu görebiliyordum- öldürürdü.

Sunduğu ölüm ise acılı olurdu. Apoptoz denilen ve hücre intiharı olarak da bilinen fizyolojik bir olay yaratırdı. Bu hücre ölümü çok hızlı gerçekleşirse; Aşırı Apoptozis deniyordu. Bu da kalbi etkiliyordu elbette. Koroner arterlerdeki tıkanıklık sonucu kalp kasının ilgili bölümünün beslenememesi ve oksijensiz kalması ile meydana gelen yetersizlik sonucu şiddetli göğüs ağrısıyla ortaya çıkardı. Bir kalp krizi işte...

Dünya üzerindeki her 5 ani ölümün biri kalp kriziyken ve kalp krizi yetişkinlerdeki ölüm sebebinin başlıca nedenlerinden biriyken kolay kolay kimse bir zehirden şüphelenmezdi. Gerçi şüphelenseler bile ispatlayamadıktan sonra ne önemi vardı.

En sevdiğim kimyagerim bu zehre Felsefe Taşı diyordu. Bence sadece egosu yüksekti. Neticede ne kendisi bir simyacıydı, ne de bu zehir dokunduğu her şeyi altına çevirebiliyordu. Olurda bunu başarabilirse, işte o zaman isterse bana bile yeni bir isim vermesine izin verirdim. Ben kısaca zehir diyordum işte, ya da keyfim yerindeyse Smoothie falan. Alengirli şeylere ne gerek vardı.

Evin bahçesine vuran ışık bana en sevdiğim kısma nihayet gelmek üzere olduğumu gösteriyordu. Bir an sonra Patrick arabasından indi ve aradan birkaç dakika geçmeden ön kapının açıldığını duydum.

İçeri girdiği an koltuğumun yanında duran ayaklı ahşap avizeyi yaktım. İçerisi bir anda loş bir ışıkla aydınlanınca; yalnız olmadığını anladığında mı daha çok korkmuştu, yoksa beni gördüğünde mi emin değildim.

İntikam KırmızısıWhere stories live. Discover now