Bölüm 3 - 52 / TATİL

337 54 36
                                    

Bu hafta şehir dışında olacağım için, uzun ama uzuuuuunca bir bölüm atıyorum ki eksikliğimi telafi edeyim. Sonraki hafta görüşmek üzere inşallah. Uzun olduğu kadar biraz da ayrıntıların önemli olduğu bir bölüm oldu gibi?  Seviliyorsunuz 💜💜💜

Nihayet turumuzun bahçe kısmına geçmiştik ki daha ayak seslerini bile duymadan fark ettim Vincent'ın etrafımdaki varlığını. Tam ona bakınmak için arkamı dönüyordum ki hemen arkamdan kollarını belime dolayıp, "Hala ayakta olman şaşırtıcı." dedi. "Çoktan bir yerlerde yorgunluktan sızıp kalmışındır diye düşünüyordum."

Hafifçe ona doğru döndüğümde yüzünde kendinden emin, şeytani bir sırıtış görmek şaşırtmadı beni. Tek kaşımı alaycı bir şekilde kaldırıp, "O kadar yorulmadım aslını istersen." diye karşılık verdim.

Elbette uçaktaki kaçamağımızdan bahsediyordu. Kulağıma, "O zaman işimi yeterince iyi yapamamışımdır." diye fısıldadığı sırada bakışlarım istemsizce bize özellikle mahremiyet tanıyarak biraz uzaklaşmış Carmela'ya kaydı.

Vincent'da aynı anda ona dönüp, "Bundan sonrasını ben devralacağım Carmela." dediği sırada kafasını sallayarak onayladı onu ve "Akşam yemeği her zaman ki saatinde hazır olacaktır efendim." diyerek gözden kayboldu.

Vincent önümüzdeki ahşap pervazla kaplı cam teras kapısını açarken, "Akşam yemeğini belli bir saatte mi yiyorsunuz?" diye sordum.

"Bu evin kendi kuralları var." diye homurdandı. "Her sabah kahvaltı sekizde, geç kahvaltı saat on birde, öğle yemeği bir buçukta, ikindi çayı dörtte ve akşam emeği sekizde yenir."

"Tanrım!" diye homurdandım dışarı çıkıp mükemmel bir peyzajla dekore edilmiş bahçedeki rengârenk çiçeklerin tatlı hoş kokularıyla dolu havayı içime çekerken.

"Evinde yayılıp yatamadığın, eşyaları kırıp dökmekten korkmadığın ve istediğini istediğin saatte yiyemediğin sürece o kadar paranın olmasının ne önemi var? Cidden anlamıyorum."

"Sanırım bu bir tür aktivite." diye karşılık verdi hemen yanımda benimle birlikte yeşil çimenlerin üstünde yürümeye başladığı sırada. "Yani gün içinde herkes kendi derdinde. Bu yüzden koca evde karşılaşmaları bile zor olduğundan en azından birlikte yemek yemeye çalışıyorlar ki kimse kimsenin varlığını unutmasın. Ebeveynler çocuklarının yüzünü hatırlasın."

"Bunun için Monopoly var."

"Monopolü gerçek hayatta oynadıkları için pek ilgilenmeyebilirler?"

"Söyleyene de bak." diye kıkırdadım. "Ancak sanırım ne demek istediğini anlıyorum."

Geniş bahçenin tam ortasında daha önce fark etmediğim fıskiyelerle süslenmiş bir yüzme havuzu vardı. Üstelik etrafını çevrelemiş yüksek ahşap korkulukları sarmış sarmaşıklar ve ağaçlarla sanki evin içinde kendine has, gözlerden uzak bir kaçış noktası sunar gibiydi. Evin yan tarafındaki gibi neredeyse olimpik yüzme havuzu ebatlarındaki kadar büyük olamasa da ondan çok daha cezbediciydi.

Havuzun hemen kenarında ise beyaz gül bahçeleri ve özenle şekillendirilmiş çalılar vardı.

"Aman Tanrım..." diye mırıldandım. "Burası cennet bahçesi gibi."

"Adı da, Aden zaten havuzun." dediği an bir kahkaha attım. Evin her köşesinin belli ki bir ismi vardı. "Peki, Aisling ne demek."

Yüzünü buruşturup, "Sihir." diye yanıtladı sorumu.

İntikam KırmızısıWhere stories live. Discover now