Bölüm 3; aramıza hoş geldin küçük adam

563 86 86
                                    


"Sana dün gece bir ışık gördüm diyorum."

Güneşin ilk sıcaklığı ağaçların yaprakları arasından toprağa damlamaya başlayınca, canlılar için de hayat gözlerini aralıyordu. Bataklığı mesken edinmiş çirkin kargalar, tam da bu berbat kokuya uyum gösteren kaba bir tonla bağrışıyor ve bir daldan diğerine amaçsızca uçup duruyorlardı.

"Ateş böceği falandır, bu ıssız yerde ne ışığı olacak."

"Dalga geçme artık, ciddiyim!!"

Adam sert bir dönüşün ardından elindeki baltasını da hafifçe kaldırarak arkadaşının yakasına yapıştı.

"Bak, gecenin bir yarısı ne demeye buraya geldiğinle de ne gördüğünle de ilgilenmiyorum anladın mı? Şu koku burnumu kırmadan önce biraz odun kesip defolmak istiyorum o kadar!"

Bir süre daha sertçe bakmaya devam ettikten sonra eliyle ittirip arkasını döndü. Kesilesi kuru bir ağaç aramak için biraz daha ilerlediler. Bir yerde batıp gitmemek için de adımlarını dikkatli ve yavaşça atıyorlardı. Çalıların aniden hışırdaması ile ürkerek üç beş adım geri sıçrayıverdiler. Birbirlerine yaklaşıp baltalarını havaya kaldırmışlardı ama kuru dallar ve yapraklar arasından belki de en son bekledikleri şey çıkınca şaşakaldılar; bir çocuk.

Bir iskeleti andırırcasına yanakları zayıflıktan içeri göçmüş, elmacık kemikleri iki yumru gibi suratından fırlamıştı. Yırtılmış ve geri kalan tüm kıyafetleri gibi tamamen çamura bulanmış battaniyesini omzunda tutmaya çalışan kolları da iki dal parçasına benziyordu. Minik elleri üzerinde kemikleri sayılıyordu ve tüm tırnakları toprak ile dolmuştu. Uzamış saçlarında sanki bir kuş yuva yapmış gibi yapraklar ve bir sürü pislik vardı. O korkunç, insan demeye bin şahit hali ile birkaç adım atıp kafasını kaldırdı. Dillerini yutmuş adamlar, kendilerini dört beş saniye hareketsiz izledikten sonra bataklığın içine doğru yoluna devam eden çocuğa bakakaldılar.

Büyük Savaş bitmişti. Kimin tarafından çıkarıldığı belki de asla hatırlanamayacak o ilk kıvılcım insanların kalbinde koca bir yangına dönüşmüş; tüm karanlık düzeni, gölgelerde korkarak ve saklanarak süren hayatı yok etmişti. Bu yangın cadıları kaçırmış tüm yaratıkları ise kül etmişti. Belki nüfusunun üçte birini bu yangında feda etmiş o insanlık; şimdi babalarına, kocalarına, annelerine ve abilerine anıtlar dikerek, nemli gözleri ile göğüslerini kabartarak, birbirlerine sarılarak, tek beden olarak o küllere çiçekler ekiyordu. Şeref ile, kan ile, hayatlar ile geri alınmış topraklarının kokusunu yıllardır görmedikleri, hep yolunu bekledikleri bir sevdalı gibi özlemle içlerine çekiyorlardı. Ne de tatlı bir şeydi özgürlük. Ne de vazgeçilmez bir parçasıydı insan denen şeyin.

Savaş bitmişti. Savaş bitmişti ama direniş hala sürüyordu ve sonsuza kadar da sürmeye devam edecekti. Son damla kanlarına ve son nefeslerine kadar savaşan askerler, özgürlüğün çizgisini dizleri üzerlerine düştükleri yere körelmiş kılıçlarıyla çekmişlerdi. Artık o çizginin gerisinde kalan her ağaç, ağaçlardaki yapraklar, gökte bulutlar, esen rüzgar, her bir taş parçası, her bir çiçek onlara aitti. Güneş üzerlerine tekrar doğmuştu ve onlar bu güneş altında büyüyecek, kendilerine ait olan şeyleri bir annenin çocuğunu koruduğu gibi koruyacaklardı. Savaş bitmişti. Savaş bitmişti ve insanlar kazanmıştı.

İnsanlık, bütünlüğünü savaş sonrasında da koruyabilmişti. Belki kayıplardan belki de Sınır'ın varlığını ve ardında hala onları bekleyen karanlık şeyleri göz ardı edemediklerinden asla bir zafer sarhoşluğuna düşmemişlerdi. Her şey başlamadan önce kasaba kasaba dolaşıp cadılar ve yaratıklardan önce tüm o umutsuz insanların kalbindeki korku ile savaşan, onlara güzel yarınlardan ve özgürlükten bahseden birisi vardı. Adım adım, gün be gün kurduğu o ele tutuşmuş, omuz omuza vermiş orduyu yöneten beyin, savaş bitince de planlarına durmaksızın devam etmişti. Kısa sürede önemlerine ve işlevlerine göre ayırdıkları bölgelere krallıklar kurmuş, bir hayli azalmış erkek nüfusunu da hesaba katarak insanları yaşayacakları yere yerleştirmeyi savaştan sonra yapılacak ilk iş bilmişti. Krallıkları üretime teşvik etmiş, görev dağılımı yaparak verimli toprakları devasa tarlalara dönüştürmüş, mahsulü ilk yıllarda olabildiğince her yere dağıtmış, ama bu sırada da ticaret yolları kurmuşlardı.

DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin