Bölüm 23; işte bizim ustamız bu!

384 81 104
                                    

Çıt çıkmıyordu. Sanki kimse nefes bile almıyor gibiydi. Ne söylemeliydiler? Bu ölüm sessizliğini hangi kelime ile bozmalıydılar? İşler nasıl bu hale gelmişti? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Hayatlar nasıl olur da birbiri ile bu kadar alakalı olabilirdi? Kaderin ördüğü bağlar; Chibi'nin söylediği bu sözleri şimdi kalplerinin derinliklerine kadar hissedebiliyorlardı.

Evan, aniden ayağa kalktı. Kapıyı açıp merdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Alt kata, Lulu'nun beklediği girişe girince de durmadı. Kardeşinin orada olduğunu hatırlamıyor gibi görünüyordu. Lulu'nun elini kaldırıp "Abi." diye seslenmesiyle kapı kolunu kavramaya yeltenmiş eli havada asılı kaldı. Kanepedeki oturuşu abisini görür görmez değişiveren küçük kardeş kolunu abisine doğru uzattı ama yapabileceği bir şey yoktu. Evan ona cevap vermeden kapıyı açtı ve kendini sokağa attı. Tekrar koşmaya başlamıştı. Belindeki çekiç o koştukça vücuduna darbeler indiriyordu. Birkaç insana yanlışlıkla çarptı ama dönüp bakmadı bile. Durursa tekrar koşamayacağını düşünüyordu. Sadece koştu, koştu ve koştu. Nefesi kesilene kadar, şakaklarından terler akmaya başlayıncaya kadar koştu. Sonra aniden duruverdi. Ellerini dizlerine koymuş derin derin nefes alıp veriyordu. Toprak ter damlalarına karışan gözyaşlarını emmekle meşgulken o kendini toparlamaya çalışıyordu.

Oradaydı işte. Vücudunu hafifçe doğrulttu, karşısında duran demirci dükkanını süzmeye başladı. İçeri doğru yürümeye başladı. Tahta kalasa elini sürdü, ardından da tezgaha. Çekicini çıkartıp ustasının onu koyduğu yere yerleştirdi. Etrafta tek bir toz parçası bile göremiyordu. Sanki burası onların kullandığı zamandan bile daha temizdi. Gerçi o zamanlar etrafı toplayıp düzenleme işini astığı için az dayak yememişti. İstemsizce gülümsedi. Kolunun tersiyle nemli gözlerini sildi. Derin bir nefes alıp bıraktı. Eskiden odunluk olarak kullanılan yerin kapısını tıklattı ve içeri girdi.

"Hey, ben geldim."

Ustasının mezarının karşısına geçti ve yere oturdu.

"Affedersin, aslında sana içecek bir şeyler almayı planlıyordum ama gelişim biraz ani oldu. Yani bu yüzden kusura bakma olur mu?"

Bakışlarını sağa sola kaçırıp duruyordu.

"Bu arada birileri buralarla ilgileniyor gibi duruyor. Yokluğumu aramıyor gibisin."

Çenesi titremeye başlamıştı. Avuç içini mezarın toprağına bastırdı. Başını öne eğdi.

"Usta."

Sesi çatallaşıyordu.

"Bana bir keresinde insanlara dostum demenin çocuk oyuncağı olmadığını söylemiştin. Bu cümleyi söylerken... Yani... Nasıl söylesem... Bu cümleyi bu kadar yaşadığını bilmiyordum usta."

Kendini tutmaya çalışıyordu. Gözleri doldukça doldu. Dudaklarını ısırdı, böylece hıçkırıkları ağzının içinde patlıyordu ama dayanamadı. Ellerini toprağın içine bastırdıkça bastırdı. Hüngür hüngür ağlıyordu. Tabana kuvvet koşarken düşüp dizini kanatmış küçük bir çocuk gibiydi. Savunmasız, dayanıksız, zavallıca ağlıyordu.

"Ugo!!"

Gözyaşlarını, tüm hüznünü ve acısını ustasına akıttı.

"Bana birini sevmenin çocuk oyuncağı olmadığını söylemiştin!! Ama bu... Ama bu çok fazla değil mi ha!? Sen... Sen... Sen!!"

Yumruğunu yere vurdu.

"Sen gerçek bir adamsın usta!! Senin çırağın olmaktan o kadar gurur duyuyorum ki!! Bunu ömrümün her saniyesinde haykıracağım!! Sana yemin ederim ki seni çok seviyorum Ugo!! Sana yemin ediyorum seni utandıracak bir adam olmayacağım!!"

DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)Where stories live. Discover now