Bölüm-17

88K 2.7K 332
                                    

Sarsılan ve titreyen vücudumla otobüsten indim. Kasılan bedenimi gevşetmek amacıyla gerindim. Gözlerimi ovuşturdum. Suratımda makyajdan eser kalmamıştı çünkü göz yaşlarım yüzümü güzelce temizlemişti.

Neyse ki sakinleşmeyi başarmıştım. Göz altlarım çoktan şişmişti ve saatlerce ağlamışım gibi duruyordu. Oysaki Çağrı'yla konuşmamızın ardından 40 dakika geçmişti. Sırtımdaki çantamın kulpunu tutarak yürümeye başladım. Topuklu ayakkabımın sesi tenha sokakta yankılanıyordu. Havada kararmaya yüz tutmuştu.

İçimin sıkıntısı sanki havaya yansıyordu. Bu düşünceyle gülümsedim. Karamsarlık konusunda oldukça iyi idim ve bu huyumu oldum olası beğenmiyordum. Zaten beğenilecek bir şeyde değildi.

Parka yaklaştıkça kalbim hızlanıyordu. Her an duracağına yemin edebilirdim. Parka neden gittiğimi kendim bile bilmiyordum. Belki meraktı benimki si ya da bir şeyleri sonuca bağlamaktı. Kim bilebilirdi, belki de gerçekten gitmek istiyordum.

Parkta olmaması için bildiğim duaları içimden okumaya başladım. Mesajın üstünden hemen hemen 40 dakika geçmişti ve Tolgay oldukça sabırsızdı. Beklemekten sıkılıp, gitmiş olması oldukça muhtemeldi. Sonuçta Tolgay Parçak'dan bahsediyorduk.

Kaldırıma çıktım ve parka giriş yaptım. Park sessiz ve ıssızdı. Ortalıkta kimsecikler yoktu ve bu haliyle tekin yere benzemiyordu. Parkın içine doğru yürüdüm ve Tolgay'ı bankta otururken buldum. Kollarını kavuşturmuş sessizce karşıya bakıyordu. Dualarımın boşa gitmesini bir yana bırakıp kendime lanetler savurdum.

Lanet olsun! Her zaman ki gibi oldukça yakışıklı ve göz alıcıydı. Üstüne açık yeşil dar bir tişört giymişti. Altında ise koyu mavi bir kot vardı. Bu kombinini beyaz spor ayakkabılarıyla tamamlamıştı. Kesinlikle zevk sahibiydi. Keşke bundan karakteri de nasibini alsaydı.

Parkta gizli gizli görüşen sevgililer gibiydik. Dışarıdan birisi görse bu damgayı direk yapıştırırdı. Gerçi bende görsem öyle düşünürdüm. Umarım kimse bizi izlemiyordur çünkü mahalle de Tolgay'la sevgili dedikodusu çıkması benim için idamdan beterdi.

Tolgay beni gördü ve duruşunu düzeltti. Ne ayağa kalkmıştı ne de bir harekette bulunmuştu. Sadece put gibi bana bakıyordu. Aramızdaki mesafeyi hızla kapattım ve karşısında durdum. Merhaba faslını es geçip direk sorumu yönelttim.

"Neden beni buraya çağırdın?"

"Bir nedeni yok, seni özlemiş olamaz mıyım?"

"Zevzekliği kes, ne istiyorsun?"

Sorumu duymamazlıktan geldi ve konuştu. "Otursana, konuşacaklarımız var."

"Yok, ben böyle iyiyim."

Kaşlarını çattı ve tıslarcasına cevap verdi. "Otur şuraya bal kafa."

Dediğini ikiletmedim ve yanına oturdum. Eğer onun istediklerini yapmazsam başıma iyi şeylerin gelmeyeceği oldukça aşikardı. Bu parkta bana istediğini yapabilirdi ve kimsenin ruhu duymazdı. Şuan için onun suyuna gitmem benim için en iyisiydi.

"Dediğini yaptım, şimdi ne istiyorsun onu söyle?"

Kolunu omzuma attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Bu hareketi ile iyice gerildim.

"Elbette söylerim ama sen nasıl oldun?"

Tolgay beni düşünüyordu. Şaka mıydı bu? Sanki dün beni bayıltan kendisi değildi. Pişkinliğin de bu kadarı pes dedirtiyordu.

"Sanane benden."

"Gözüme uyku girmedi bal kafa, lütfen nasıl olduğunu söyle."

Kolunu omzumdan çektim ve aramıza mesafe koyarak biraz yana kaydım. Bu hareketi ile kaşları çatıldı ve benden tarafa döndü. Ondan uzaklaşmam hoşuna gitmemişti.

ZindanNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ