Final/1

86.1K 2.1K 1.2K
                                    

Kimse kimse için sandığı kadar değerli değildir. İnsanlar kendilerini oldukça önemserler, aslında bu öyle görmek istedikleri içindir. Bir insan için ne kadar değerli olduğunuzu bilemezdiniz. O kişinin sadece davranışlarından veya sözlerinden bunu çıkarmaya çalışırdınız.

Tıpkı benim Tolgay için yapmaya çalıştığım gibi. Beni sevdiğini söylüyordu. Peki gerçek sevgi bu muydu? Sevdiği insanı bir yere kilitleyerek özgürlüğünü kısıtlamak mıydı? Hayır, hiç sanmıyordum. Bu sevgi olamayacak kadar tehlikeli ve tuhaftı.

Tamı tamına beş gündür bu lanet yerde hapis hayatı yaşıyordum. Yemek yemek ve lavaboya gitmek dışında bir aktivitem yoktu. Tolgay gün içinde aralıklarla beni yokluyordu ve yemek bırakıp gözden kayboluyordu.

Halbuki benim temiz havaya ve rahatlamaya ihtiyacım vardı. Artık duvarlar üstüme gelmeye başlamıştı. Kapalı alan fobim yoktu ama bu benim için bile fazlaydı. Hem ailem beni oldukça merak etmiştir. Dile kolay beş gündür ortalıkta yoktum. Annem büyük ihtimal kafayı yemek üzeredir.

Peki ya Çağrı? İşte bunu düşündükçe daha çok üzülüyordum. Tam hayatımın anlamını bulmuşken başıma gelenlere ne demeliydi? Sanırım mutluluğu hiçbir zaman tam anlamıyla hissedemeyecektim. Hayatta böyle tuhaf ama yaşamaya değer olan bir şeydi.

Yanaklarımı şişirdim ve yağlanan saçlarımı gergince düzelttim. En kısa zamanda banyoya ihtiyacım vardı. Beş gündür yıkanamıyordum ve kendimi oldukça rahatsız hissediyordum. Biran önce güzelce yıkanmalı ve kendime gelmeliydim.

Bu sırada kapı gıcırtılı bir şekilde açıldı. Tolgay elindeki tepsiyle içeriye girdi. Altında siyah bir eşofman vardı. Üstünde ise v yaka bir kazak. Sakalları biraz daha uzamıştı ve bu onu olduğundan daha olgun göstermişti.

Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Benim ise tebessüm bir yana gülesim bile gelmiyordu. Halbuki geçen haftaya göre hiç de öyle değildim. Geçen hafta hayatımın en güzel dakikaları iken şimdi tam tersiydi.

Tolgay ufak masayı önüme koydu ve üstüne tepsiyi bıraktı. Yemeklere göz ucuyla baktım. Patates kızartması ve köfte vardı. Yanında büyük bir tabak yoğurt. Üç dilim ekmek vardı. Yoğurdun yanında ise ufak bir kasede mercimek çorbası vardı. Yeni yapılmış olacak ki üstünden dumanı tütüyordu.

"Canım istemiyor. Kaldır şunları."

Tolgay'ın yüzü düşse de kendisini toparladı. Bazı zamanlar da oldukça iyi rol yapıyordu. Kendini kamufle etmek konusunda oldukça uzmandı.

"Biraz da olsa yemelisin."

Gözlerimi kıstım ve başımı iki yana salladım. Dua etsin tepsinin içinde nimet vardı. Yoksa tepsiyi kafasına geçirmem içten bile değildi.

"İstemiyorum diyorum. Anlamıyor musun?"

Tolgay beni umursamayarak çatalı aldı ve patatese batırdı. Daha sonra çatalı ağzıma doğru uzattı. Bu duruma karşıt kaşlarımı çattım.

"Bebek miyim ben? Ne yaptığını sanıyorsun?"

Sırıttı. "Buradan bakılınca bebekten farkın yok gibi duruyor."

Gözlerimi devirdim ve elimle çatalı geriye ittim. Tolgay'da üstelemedi ve çatalı tabağın içine bıraktı. Ama bu sefer kaşığı eline almıştı ve içine çorba doldurarak kaşığı bana doğru uzatmıştı.

"Canım istemiyor. İngilizce mi söylemem lazım?"

"Eğer yemeğini yersen istediğin bir şeyi yaparım."

Bu duruma karşıt gülümsedim. İstediğim bir şeyi yapacaktı. Buna karşıt sadece yemeklerimi yiyecektim.

"Beni bırakacak mısın?"

ZindanWhere stories live. Discover now