Bölüm-49

63.3K 2K 462
                                    

Bazı durumları sorgulamamak lazımdı. O an hayat bize ne sunduysa onu seçmeliydik. Eğer düşünürsek işin işinden çıkamazdık ve bu bizi fazlasıyla yorardı.

Tıpkı benim başıma gelenler gibi...

Arabanın rahat koltuğunda büzülmüş korkulu gözlerle dışarıya bakıyordum. Her şey sıradan ve sıkıcıydı. Her zaman mı böyleydi acaba?

Burnumu çektim ve ağlamaktan ağrıyan gözlerimi ovuşturdum. Gözlerimin içi müthiş bir şekilde yanıyordu. Bundaki en büyük etkenlerden biride uykusuzluktu. Kaç gündür adam akıllı uyumuyordum. Besin girmeyen vücudum uykusuzlukla beraber iyice yorulmuştu.

Bunlar bir şekilde hal olacak şeylerdi. Önemli olan ben bu hayatıma nasıl devam edecektim? Gizem yoktu ve bir daha hiç olmayacaktı. Onun yanımda olması için her şeyimi verirdim ama iş işten çoktan geçmişti. Biz insanoğlu bazı şeylerin kıymetini ne yazık ki kaybedince anlıyorduk. Böyle vasıfsız canlılardık.

"Nasıl hissediyorsun?"

Tolgay'ın sorusu, daldığım düşünce aleminden çıkardı beni. Beni yokladığını biliyordum ya da kendince vicdanını rahatlatıyordu. Her şey muhtemeldi.

"İyiyim."

Geçiştirmek amacı ile verilmiş bir cevaptı benim kisi. Kötüyüm desem nedenini bilmek isteyecekti ve ben bir şeyleri anlatamayacak kadar kendimi yorgun hissediyordum.

"Buna inanır mıyım sence?"

Tek kaşını kaldırarak konuşmuştu. Daha sonra önüne döndü ve arabayı sakince kullanmaya devam etti. Ben ise ona cevap vermeyerek önüme döndüm. Onla uğraşamayacaktım. Gerçi uğraşacak halim de yoktu.

Fazlasıyla acınası ve zavallıydım!

Öksürdüm ve kollarımı birbirine doladım. Bugün hava garip bir şekilde soğuktu. Vücudum ise titremeye dünden müsaitti. Dişlerimi birbirine kilitledim ve ufalabildiğim kadar ufaldım.

Hasta olacaktım sanırım. Bir bu eksikti. Nedense her şey üst üste geliyordu. Biraz bekleyemez miydin? Psikolojik olarak çökmüştüm. Hastalık çekecek halim yoktu.

Tolgay üşüdüğümü anlamış olacak ki arabanın klimasını açtı. Sıcak hava anında arabanın içine dolmaya başlamıştı ve bu vücudumu inanılmaz rahatlatmıştı. Şüphesiz bulunmaz bir nimetti.

"Üşüdüğünü neden söylemiyorsun?"

Tolgay beklentiyle gözlerimin içine baktı. Bende omuz silkerek önüme döndüm. Ne diyebilirdim ki? Salak saçma bir cevap verecektim ve ben bunu istemiyordum.

"Nereye gidiyoruz?" Sesimin çatlaklarından kan akıyordu. Bu kan ölmüş ruhumun kalıntılarıydı. Yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu ve her geçen saniye beni küle çevirmekten geri durmuyordu.

"Ormanlık alanda bir tanıdığımızın evi var. Oraya götürüyorum seni. Temiz hava iyi gelir."

Kaşlarımı çattım. Beni evden uzaklaştır derken bunu kasıt etmemiştim. Sadece bir hava alıp dönmem kafiydi.

"Oraya gitmeye gerek var mı?"

Sesimin sitemkar çıkmasına engel olamadım. Belki de iyiliğimi düşünüyordu. Başımı iki yana salladım. Tolgay ve benim iyiliğimi düşünmek?

Tanrım, bu delilikti!

"Canım böyle istedi."

Her zaman ki ukala cevaplarından birisiydi. İstediği her şeyi yapabileceğini sanıyordu. Halbuki dünya Tolgay'ın etrafında dönmüyordu ama beyimiz bunu anlamamak konusunda ısrarcıydı.

ZindanWhere stories live. Discover now