Bölüm-57

64.3K 2K 337
                                    

Karanlık...

Bilinmeyen bir yol ve göremediğiniz hayatlar. Ben hayatım boyunca rahat ve güzel bir ömür sürmüştüm. Babam ve annem bir dediğimi iki etmemişlerdi. Beni şımarık birisi olarak yetiştirmişlerdi. Bu durumdan şikayetçi değildim. Tam tersine mutluydum.

El üstünde tutulan birisi mutlu olmaz mıydı? Ben evin tek çocuğu idim. Bu yüzden annem ve babam benim üstüme titrerlerdi. Bende bu durumdan ne yazık ki faydalanmıştım. Tabi bu da bir yere kadar sürmüştü.

Başım hiç olmadığı kadar ağrıyordu. Gözlerim ise yetisini kaybetmişti. Sanki hiç var olmamış gibiydiler. Bunun en önemli sebebi gözümün önünü kapatan kalın bir bezdi.

Kollarım arkamdan bağlanmış ayaklarım ise sandalye ile bütünleşmişti. Kaçma girişimim böylelikle engellenmişti. Ne kadar süredir sandalye de oturuyordum bilmiyorum. Tek bildiğim her yerimin uyuşmuş olması ve kendimi olağanca halsiz hissetmem.

Ağlayamayacak kadar bitkindim. Zaman kavramını yitirmiştim. Beni kim bu hale getirmişti? Annem beni aramış mıydı? Çağrı beni merak etmiş miydi? Ya da yokluğum fark edilmiş miydi? Aklıma kurcalayan tonlarca soru vardı ama hiçbirine yanıt bulamıyordum.

Beni kim kaçırmıştı? Benden ne istiyordu? Bunu düşünemiyordum. Aklıma gelmiyordu. Kimin benle ne gibi derdi vardı?

Kaçırılmadan önce son duyduğum ise iki kelimeden ibaretti. "Özür dilerim" Ses bana tanıdıktı ama bir türlü çıkaramıyordum. Beynim o dosyayı bulmamak konusunda ısrarcıydı. Halbuki beni kim kaçırdığını görebilsem belki uzlaşmaya varabilirdim. En azından denerdim. Buda basit bir umuttan ibaretti.

"Kimse yok mu?"

Bunları söyleyeli kaçıncı olmuştu bilmiyorum ama saymayı bırakmıştım. Çünkü bana cevap verecek kimse yok gibiydi. Zaten bağırmaktan boğazım ağrımıştı ve susuzluktan dolayı dudaklarım kurumuştu.

Lanet olsun! Ben ne haldeydim böyle?

Ayağım ile yere kuvvetlice vurdum. Bu bir isyan niteliğindeydi. Özgürlüğüm kısıtlanmıştı ve bilmediğim bir yerde zorla tutuluyordum. Buna kim cüret edebilmişti?

Derin bir nefes aldım ve sakin olmaya çalıştım ama bu haldeyken biraz zordu. Vücudumu istediğim gibi kontrol edemiyordum. Başım ise hala ağrı içinde kıvranıyordu. Karnım ise iyice acıkmaya başlamıştı. Kim bilir saat kaç olmuştu?

Kollarımı kuvvetlice kendime doğru çektim ama kalın ipler bileğimi fazlasıyla acıtmıştı. Ağzımdan ufak bir inilti çıkıverdi. Bu ipi zorlamamam için kısa bir uyarıydı. Zaten zorlamaktan bileklerim yanıyordu. Kıpkırmızı olduklarına adım kadar emindim.

Bir kez daha bağırdım. "Lütfen beni çöz! Gitmek istiyorum."

Sonlara doğru resmen yalvarmıştım. Belki insafa gelirdi de beni bırakırdı. Belli mi olurdu belki de insanlıktan nasibini almıştır.

Gıcırtılı bir şekilde kapı açıldı. İşte o an nefesimi tutmuştum. Beni buraya hapis eden kişi yavaş adımlarla bana yaklaşıyordu. Adım seslerini dikkatlice dinliyordum. Tam önümde durdu. Bunu burnuma çarpan ağır parfüm kokusundan anlamıştım.

"Ne istiyorsun benden?"

Zorlukla konuştum. Sesimin içerisinde derin çatlaklar vardı. Bunlar yıkılışımın derin izleriydi. Kaderimin soluk lekeleriydi.

Cevap vermedi. Zaten vermesini de beklemiyordum. Saatlerce bana cevap vermemişti. Şimdi ise yanımda dikilmesine rağmen hala bana bir şey söylemiyordu.

Sinirlenerek konuştum. "Kulaklarında bir problem mi var? Yoksa kalın kafan konuşmamak için ısrarcı m? Ne diye konuşmuyorsun?"

Tepkilerime engel olamıyordum. Resmen benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu. Bir de yetmezmiş gibi cevap vermeye tenezzül etmiyordu. Ben nasıl birine çatmıştım öyle?

ZindanWhere stories live. Discover now