44.Bölüm "Kırmızı şarap"

21.4K 1K 96
                                    

Korku, kaybetme korkusu öyle bir şeydi ki. Ya bir daha giderse, ya ben uyurken giderse diye bir gram uyumamıştım. Göğsümde uyuyan sevgilimin düzenli nefes alış veriş seslerini dinlemiştim öylece. Korkuyordum, öyle çok korkuyordum ki gitmesinden, yeniden o acıları yaşamaktan
çok korkuyordum. Kollarım onu olabildiğince daha da sımsıkı sarmalarken burnumu saç diplerine gömüp kokusunu derince içime çektim.

Ben sensizliğe nasıl dayanmışım adam...

Gözümden ne ara aktığını bilmediğim yaş saçlarına doğru düştü ama bunu umursamadım. O yanımdaydı. O hiç sonsuzluğa gitmemişti, peki ya bunca zaman benim sevdiğim adam niye yoktu? O beni bırakmaz, o zaman neden gitmişti? Acı haykırışlarım duyulmasın diye sessiz sessiz ağladığım günler, her gece o boş mezara gidip sarılarak uyumamın acısını kim alacaktı?

Gözyaşlarımın hesabını bana nasıl verecekti?

Hele bu içimi kemiren sorular, onlar beni daha da mahvediyordu.
Niye ben kendimi öldürecekken gelmişti? 

Büyük bir oyun dönüyordu ama ben bu oyunu öğrenip oyun nasıl oynanırmış hepsine ödetecektim.
Eğer Arafta bu işin içindeyse, o da bu oyundan nasibini alacaktı. Beni kendisiyle sınadıysa bende onu kendimde sınardım. 

Bunları bir kenara bırakarak yüzümden eksik olmayan gülümsememi daha da büyülttüm. O kadar yorgundu ki hâlâ uyanmamış göğsümde uyuyordu.

Çok özlemiştim onu..

Onu izlediğimi hissetmiş gibi yerinde kıpırdandı ve hafifçe gözlerini kırpıştırarak başını yukarıya doğru kaldırıp bana baktığında elimi yanağına atıp yavaşça okşadım.
"Uyandın mı güzelim?" dedi boğuk sesiyle.

"Uyandım mavişim."
Ona böyle dememe eskiden kızardı şimdi ise yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu.

"Bir yıl sonra, ilk defa bu kadar huzurlu uyudum."
Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş söndü. Zorlukla yutkunarak Araf'ın başını göğsümden kaldırarak yatakta doğrulur hale gelip sırtımı yatak başlığına yasladım. Gözleri hüzünle buğulanarak bana baktı, iç çekerek benim gibi sırtını yatak başlığına yaslayarak başını yana yatırıp bana döndü.

"Ya şimdi anlat, ya da beni öldü bil. Çünkü ben bir ölüden farksız değilim." dedim fısıltıyla çıkan sesimle, başımı onun gibi yana yatırarak deniz mavisi gözlerine baktım. Ah şu gözleri yok mu, beni içine çekip hapsediyor hırçın dalgalarına boğuyordu.
Dediklerimle yüzünde sarsılmışlığın ifadesini görmüştüm. Adeta yıkılmıştı ama anlatacaktı, biliyordum.

Bir sebebi vardı, yoksa gitmezdin..değil mi sevgilim?

"Arabanın takla atması, benim ölmem, hepsi bir oyundu. Bize oynanan bir oyun."
Bize oynanan bir oyun. Ne yani? Bu da ne demekti böyle? Bir şey dememe müsade etmeden devam etti. Sıkışan nefesimle ellerimi sıkıca yumruk yaptım.

"Can dostum sandığım adam beni öldürmek için can atıyormuş meğer...Bertan Taylar. Her şeyi o planlamış. Sana, sana öldü diyen doktoruda öyle.
Uyandığımda bir mahzendeydim, yerin bin kat altı....
Bir yıl boyunca...Aç, susuz kaldım. Sadece haftada bir, bir dilim ekmekle su getirirlerdi. Fareler ve böceklerle birlikte yaşadım, bana koyan o değildi...Eziyet ettiler ama vurarak kırarak değil, onlardanda beter bir şey yaptılar."

Donmuş bir şekilde mavilerine bakıyordum. Nefes alamıyordum. Sıkışan kalbim konuşmama engel oluyor nefesimi sekteye uğratıyordu. Bir yıl boyunca yerin bin kat altında farelerle, böceklerle aç susuz mu kalmıştı benim sevdiğim?

Boğazımdaki yumru yutkunamama engel oldu. Dolan gözlerimi mavilerinden ayıramadım. Benim sevdiğime kim eziyet etmeye kalkardı? Bertan Taylar, ismini daha önce hiç duymamıştım. O da kimdi? İçim öyle bir öfkeyle doldu ki, o adamı öldürme arzum kendini ortaya çıkarırken sadist yanım sinsice gülümsemiş içten içe sevinç çığlıkları atıyordu. O adamı doğduğuna pişman edecektim.

DelikanlıWhere stories live. Discover now