BÖLÜM - 4

80 5 0
                                    

ZEYNEP ANLATIYOR:

Güzel bir rüya gibiydi o gün...

"Davullar çifte vurula

Fakülte baştan kurula

Dekan terleyip yorula

Şen ola boykot şen ola."

Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nin koridorlarında dalga dalga yayılıyordu slogan, herkeste bir hareketlenme. Öğrenciler sınıflardan çıktılar, herkes duymuştu. Boykot vardı!

Fakülte kapısı zincirlerle kapatıldı, kapıya nöbetçiler kondu. Kampüste çılgınca bir koşuşturma başlamış, bazıları binadan kaçmaya çalışırken bir kısım öğrenci bildiri dağıtıyor, bir başkası görev dağılımı yapıyordu. Birazdan toplantı olacaktı.

Fakülte ele geçmişti. Nasıl da büyülü bir ortamdı. Karmakarışık, gürültülü... Büyüsü de burada ya. O karmaşada tek yürek olmuştu herkes. Dışarıdan karmakarışık görünen bu kalabalık aslında tek insan, tüm uğultular tek bir haykırış.

Ben de bir şeyler yapmalıyım!

Amfilerden birine rastgele girdim. İçeride hararetli bir tartışma vardı, beni fark etmediler bile. Fazla durmadan çıktım, bir başka amfiye girdim. Burada da kızlar oturmuş, döviz hazırlıyorlardı. Kızlardan birinin gülümsemesini davet olarak algılayarak yanlarına yaklaştım. Yerde boş bez parçaları vardı. Boya fırçası ve ufak bir kağıt parçası uzattı az önce gülümseyen kız. Üzerinde aceleci ve okunaksız yazıyla karalanmış dört satır vardı.

"Taleplerimizi yazacağız ve bu pankartları bahçeye yerleştireceğiz, o yüzden büyük ve okunaklı yazmaya gayret et. Şuradaki kalıpları kullanabilirsin."

"Fakültede reform yapılacaktır"

"Bu sistem değişecek"

"Harçlar düzenlenecek"

"Şubat hakkı tanınsın"

İlk ikisini yazmakla uğraşanlar vardı. Üçüncü sıradakini yazmaya koyuldum. Her fırça darbesinde biraz daha özgürleşiyordum adeta.

Sessizce çalıştık bir süre. Pankartlar tamamlanınca bir oğlan gelip aldı pankartları ve kampüs dışından da görünebilecek şekilde fakültenin ufak bahçesinde çeşitli yerlere yerleştirdi.

Tekrar binaya girmeden önce etrafıma bakındım. İmtihanlar, haksızlıklar, susturulmalar, ailelerin sırtındaki harç yükü... Şimdi söz hakkı bizdeydi! Şimdi, bu binanın asık çehreli soğuk duvarları bugün bize kucak açan sıcacık bir yuva. Her gün ayaklarımı sürüyerek gittiğim bu beton yığını bizim kurtarılmış topraklarımız olacak.

Kapıdaki nöbetçiler değişmişti. Kapının önü çok kalabalıktı, iğne atsan yere düşmez dedikleri türden. Kimisi çıkmaya, kimisi girmeye çabalıyordu. O kalabalıkta gözüme biri çarptı. Kapıya doğru yaklaştım. Doğru görmüştüm, kapıdaki Ulaş'tı.

Kapıya doğru koşar adımlarla yürüdüm. Kapıdaki nöbetçi bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, yüzü sıkıntılı.

"Anlıyorum kardeş ama ben şimdi kapıyı açarsam buradaki herkes içeri üşüşecek. Kim dost kim düşman bilemiyoruz ki..." diyordu. Sesi de yüzü gibi sıkıntılıydı. Haklı... Boykot haberi ne de çabuk yayılmış. Biz haberi aldığımızda öğle ortasıydı, bunca insan ne zaman duydu da geldi...

"Ulaş! Ne işin var burada?"

Bu tesadüfü şaşkın bir mutlulukla karşıladı Ulaş. Tutunacak bir daldım ben o an. Şimdi görsündü nöbetçi. Bu karşılaşmadan memnun, biraz da kapıdakine özellikle duyurmak istercesine:

SEPYAWhere stories live. Discover now