BÖLÜM - 20

54 3 0
                                    

LEVENT ANLATIYOR:

Böyle bir anı insan ömründe bir kez yaşar. Nasıl bir karmaşaydı o pazar... Kanlı Pazar... Gerçekten de çok kanlı geçmişti, bilançosu ağırdı. İki ölü, 200'e yakın yaralıdan bahsediyordu gazeteler. 'Homo homini lupus': İnsan insanın kurdudur... Vahşi doğanın yırtıcı hayvanlarını izler gibiydim o gün. O günü unutmadım, istesem de unutamazdım ne o çığlıkları, ne ayaklar altında ezilenleri, ne de canını kurtarmak için kıyasıya dövüşenleri. Solcular 6. Filo'yu protesto amaçlı kalabalık bir yürüyüş tertiplemişlerdi. Yürüyüş, Taksim'de son bulacaktı. Arka grup ilerlerken Taksim'e bir öncü grup yollanmış, o öncü grup peşlerinde döner bıçaklı bir kalabalıkla çığlık çığlığa geri dönmüştü. Bir anda karıştı ortam. Sloganlara karışan çığlıklar zaman geçtikçe feryada dönüştü, sonra derin bir sessizlik... Taksim, Gümüşsuyu, Tophane... İstanbul sokakları hiçbir şey görmemiş, duymamış gibi suskunlaştı en sonunda. Geriye bir tek yerlerdeki kan izleri ve gazete fotoğrafları kaldı.

İşte bu sessizlikten çok önce, gürültünün en şiddetli olduğu an gördüm onu. Kıpırtısız bir halde yatıyordu yerde, baygındı belki. İnsanlar üstünden geçiyordu, yaşıyorsa bile fazla dayanamazdı bu halde. Kaya ve Zeynep'in yanından ayrılarak ona doğru koştum. Her şey bir ağır çekimde yaşanıyordu sanki. Bir anda karışmıştı ortalık; dövüşenler, yere yığılanlar, yaralılar, yaralıların başında ağlayanlar, kaçışanlar, kovalananlar... Başını yerden kaldırdım, nabzını yokladım. Yaşıyordu. Ufak tefek yaralar dışında görünür bir yarası yoktu ama vücudunda yer yer morarmaya yüz tutmuş izler oluşmuştu, bir ayağındaki ayakkabı kaybolmuş, çıplak ayağı mosmor kesilmişti soğuktan. Taşıyarak kaldırım kenarına çektim onu; daha fazla kişi ezmesin artık kolunu, bacağını... Yüzüne düşmüş saçları çektim, yirmili yaşlardaki bir kızın yüzüydü saçların ardındaki... Başını dizlerimin üstüne koydum. Ne yapmam gerektiğini bilmeden nabzını yokluyordum sürekli.

Kalabalık bir grubun bize doğru koştuğunu fark edince hemen üstüne kapandım kızın. Sesler yaklaştı, yaklaştı ve uzaklaştı. Yanımızdan geçip gitti kalabalık. Rahatlama hissiyle oturduğum yerde sırtımı yasladım. Çabuk geçti bu rahatlama hissi de, ne yapacaktım şimdi? Baygındı. Belki kırıklar vardı bedeninde. Bir apartmanın demir kapısıydı yaslandığım yer, buz gibi. Soğuk havaya rağmen iyi gelmişti bu serinlik. Hastaneye mi götürsem? Onca yolu kucağımda baygın bir yaralıyla tepemezdim. Yolda saldıranlar olursa ne yapacaktım? Bu kalabalığın içine araba da giremezdi. Ayıltmak için hafifçe yanaklarına vurdum. Su olsaydı bari... Hızlı karar vermeliydim. Toparlanmam uzun sürmedi. Kızı dikkatlice yere bırakarak ayağa kalktım, az önce kapısına yaslandığım apartmanın kapıcı zili olduğunu tahmin ettiğim tek zilini çaldım. Kimse açmıyordu. Yeniden çaldım, açmadı kimse. Koca apartmanda yok muydu kimse? Başımı kaldırarak binaya baktım. Kimse olmaz mıydı hiç? Sadece meşguldüler, evlerin pencerelerindeki başlar sokaktaki gösteriyi izliyordu; kimi perdelerin arkasından, kimi açık açık... Böylesi bir aksiyon filmi pek çekici olmalıydı, şimdi filmi bırakıp kim bakacaktı kapıya! Eğer reklamları beklemeye kaldıysak işimiz zor! Yumruklamaya başladım demir kapıyı. Az önceki gibi bir kalabalık gelip saldırırsa nasıl korurum yerde hareketsiz yatan bu kızı? Daha güçlü yumruklarla vurdum kapıya. Aralanan kapıdan bir adamın burnu göründü.

"Lütfen açın kapıyı, yaralı var!" dedim adama.

Bir şey demeden kapattı kapıyı o burun. Tekrar başladım yumruklamaya, parmağımı basılı tutmuştum zile. Gözüm kızdaydı, şimdi birileri gelecek, ezip geçecek yine belki...

Aynı burun göründü kapı aralığından.

"N'olur açın kapıyı, burada böylece bırakamayız onu, kendinde değil!" Yalvarıyordum adeta.

SEPYAWhere stories live. Discover now