BÖLÜM - 39

23 2 0
                                    

SEVİM ANLATIYOR:

Kah suskunluk içinde kah ağlama krizleriyle geçirdiği birkaç haftadan sonra Belgin nihayet eski neşesine kavuşmuş sayılırdı. Bunda bize yeniden uğramaya başlayan Ulaş'ın katkısı yadsınamazdı. Eskisi kadar sık olmasa da Ulaş artık bize geliyordu. Bu duruma Belgin kadar sevinen diğer bir kişi de bendim. Ulaş'la karşılıklı sigara tüttürürken şişelerin dibine vurduğumuz balkon sohbetlerimiz geri gelmişti yazla birlikte. Garip biriydi Ulaş, tanımlayamıyordum. Benim gözümde hep sevimli bir oğlan çocuğu olsa da (Yaşça benden epey küçüktü) öylesine ateşli tartışan bir aktivist daha tanımadığımı itiraf etmeliydim. Çok okur, her okuduğunu harf harf tartardı. Yaşına göre oldukça donanımlı olduğunu söyleyebilirim. İşte bu sebeplerden ötürü Ulaş'la vakit geçirmek keyifliydi.

Leone'nin 'İyi, Kötü, Çirkin' filmini tartışıyorduk. O dönemlerde Ulaş gibi birçok arkadaş bu filmi görmek için para biriktirip sinemaya gitmişti. Bizim ufak grubumuzda ise Ulaş ve benden başka kovboy filmi seven yoktu. Bu nedenle Kaya ve Zeynep bizi içeri çağırınca konuyu değiştirmek zorunda kalmıştık.

Küçük balkonumuz iki kişiyi dahi zor sığdığından Kaya, Zeynep ya da Belgin bize katılacağında salonda otururduk. Levent çoğu kez yoktu. Oturma düzenimiz hiç değişmezdi. Kaya başını Zeynep'in dizine koyarak uzanır, tartışma şiddetlendikçe önce başını kaldırır, biraz zaman sonra da ayağa fırlayarak düşüncelerini savunurdu.

Devrimin safları keskinleşirken fikir ayrılıkları da artıyor, tartışmalar alevleniyordu. Devrimin rotasını tartışıyorduk. Ulaş'a göre yol, Che'nin yoluydu.

"Devrim, kırlardan kente doğru gerçekleşmeli. Halk savaşı köylü savaşıdır, köylü ordusu şehirleri fethedecektir. Ayrıca kırlarda emperyalizmin denetimi azdır, örgütlenmek kolaydır." diyordu.

Ben ise işçi sınıfını arkana almadan, enternasyonalizmi benimsemeden bu ülkede devrimin imkansızlığı üzerinde duruyordum. Milli sözcüğüne, milli olan her şeye karşıydım. Bizim yolumuz Latin Amerika'nın değil, Sovyetlerin yoluydu.

"Yarı sömürge ve sömürge ülkelerde işçi sınıfı nicelik ve nitelik olarak gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla zayıftır..."

Kaya'nın sözünü kestim:

"Mahir'in yazılarını okuyorsunuz değil mi?"

Bir sessizlik oldu. TİP yanlısı elit bir sanatçı olarak gördükleri benim Aydınlık Sosyalist Dergi okuyacağımı ve oradaki düşünceleri birebir alıntıladıklarını anlayarak bunu onların yüzlerine vuracağımı tahmin edemezlerdi tabii.

Soğuk atmosferi Zeynep'in şirinlik katmaya çalıştığı sesi bir nebze de olsa dağıttı. "Bir de şehir eylemlerini savunanlar var." diyordu.

Ben yeniden aldım:

"Devrim, proletaryanın öncülüğünde olacaktır. Başka yolu, yöntemi yoktur. Şöyle ki..."

"Proletarya ne demek?"

İlk kez konuşuyordu Belgin. Sözümü kesmesinden rahatsız bir halde yüzüne dahi bakmadan yanıtladım onu:

"İşçi sınıfı demek."

Derin bir nefes almış, ağzımı açıp düşüncelerimi açıklamaya başlamak üzereydim ki sözü almakta Kaya benden hızlı çıktı:

"Hayır, tam olarak öyle değil. Proleter sözcüğü aslında alt sınıfı tanımlar. Marksist teoride üretim araçlarına sahip olmayan işçi sınıfını tanımlamak için kullanıldığı doğrudur; fakat yarı sömürge ve yarı-feodal ülkelerde işçi sınıfı zayıftır. Bu tarz ülkelerde proletaryanın çekirdeğini köylüler oluşturur."

Böylece konu yeniden başa sarmıştı.

Biz böylesine tartışırken Zeynep bugün oldukça sessizdi. Onun bu durgunluğunu Ulaş da fark etmişti. Nesi vardı?

"Temmuz başındaki fındık mitingine nasıl katılacağımı düşünüyorum. Hazirandaki mitinge katılamadım, buna kesinlikle gelmeliyim; ama İstanbul'a da gitmem gerek o aralar... Çocukları birkaç gün görüp Edirne'ye babaanneme bırakacağım."

Ulaş umursamaz bir sesle sordu:

"Fındık mitingine geleceğini nerden çıkardın?"

"Neden gelmeyecekmişim?"

"O kadar erkeğin içinde ne işin var?"

İşte ben o anda Zeynep'in gözlerinden çıkan alevleri gördüm. Yine de sesi sakindi.

"Ne demek ne işin var? Devrimci erkeklerin arasında ne işim varsa o işte."

"Aynı şey değil. Köylüler orada bir kadının olmasını hoş karşılamazlar. Anadolu insanı muhafazakardır. Senin orada mini eteğinle ortalıkta dolanman hareketi sekteye uğratır, bize olan inancı ve güveni sarsar."

Daha neler! Aralarına girmek istemiyordum ama böyle saçmalık da olmazdı!

"Nasıl bir kafadır seninki Ulaş?" diye bağırdı Zeynep. Durdu, bir şeyleri anımsamışçasına yutkundu. Ulaş'ı kırmaktan kaçınırcasına sakince devam etti: "Ben ve diğer kız arkadaşlar size yardım edebiliriz orada."

"Tabii hatta kürsüye çıkıp konuşma da yaparsınız siz!"

Zeynep'in yanakları al aldı. Dudaklarını ısırıyordu. Geçmişte yaşanan tatsızlıklardan sonra kendine bir daha Kaya ve Ulaş'ı kırmama sözünü verdiğini bilmiyordum.

"Ulaş, mantıklı düşün. Benim elbette kürsüye çıkmak gibi bir derdim yok. Ama bildiri dağıtırız, kadınları bilinçlendiririz, ne bileyim işte bir şekilde harekete faydalı oluruz."

"Onları burada yaparsınız Zeynep. Bu gidilen yerler İstanbul, Ankara ya da İzmir değil ki. Orada kadına verilen değer ortada. Kimse kadının içinde olduğu bir hareketi ciddiye almaz."

Dayanamayıp lafa karıştım:

"Amaç da bunu kırmak değil mi zaten, Ulaş?"

"İlk aşamada değil Sevim. Biz oraya fındık üreticilerine destek olmaya gidiyoruz. Ürünlerinin satılma döneminde onların haklı taleplerinin yanında yer almak, satamadıkları ürünlerini gerçek fiyatına satmalarına yardımcı olmak amacıyla orada bulunacağız."

"Hocam, yanlış düşünüyorsun." dedi Kaya düşünceli bir sesle. "Neden gelmesinler ki? Sevim de haklı, Zeynep de, sen de... Kızlar başından beri bu hareketin içindelerse ve bu mitingler de hareketin bir parçasıysa elbette gelecekler. Sadece dikkatli davranmaları gerek. Giyim kuşamları ve davranışları o yörenin adetlerine uygun olduğu sürece neden sorun çıksın? Daha önce de kızlar bu şekilde bu mitinglere katıldılar. Ben Zeynep'in ve diğer kızların gelmelerinden yanayım. Ayrıca kürsüye çıkma konusunda yanlış düşünüyorsunuz. Bu bir koltuk savaşı değil, kürsüye kimin çıktığının da bir önemi yok. Önemli olan, ortak düşüncelerimizin halka doğru ve etkili bir şekilde aktarılması..."

"Tamam kürsü konusunda haklı olabilirsin ama Anadolu'daki mitinglere nasıl gelsinler Kaya? Bizimkiler ne der!"

"Bir şey diyemezler."

"Bunu kendi aramızda bir konuşalım..."

Ulaş böyle derse ikna olmuş demektir.

"Yatalım mı artık?" dediğimde güneş gecenin kara bulutlarını yararak kendini göstermeye başlamıştı.

SEPYAWhere stories live. Discover now